21 Mart 2017

Popülizm ve demokrasi

Demokrasinin soylu ilkelerine aşkla bağlı bireylerden oluşmuş bir toplumda yaşamıyoruz

Marksist gelenekten düşünürler, teorisyenler arasında "popülizm" olgusu üstüne en çok kafa yormuş olanı Ernesto Laclau'dur. Bir Arjantinli olarak popülizmin maydanoz gibi kolay yeşerdiği Latin Amerika'nın yerlisi olması onun bu ilgisini yönlendirmiş olabilir.

Bugünlerde gerek içerik, gerekse hacim bakımından daha "teorik yazı"ya yakın yazılarımı Birikim'in "online" dergisine veriyorum. Orada bir süredir popülizm üstüne ben de yazmaktayım ve daha devam edeceğim. Çünkü şu sıralar herkesin söylediği gibi popülizm, olabilecek en sağ ve faşizan biçimleriyle, dünyanın üstüne çökmüş durumda. Türkiye de bu çöküşün altında kalan ülkeler arasında. 

Laclau'nun On Populist Reason ("Popülist Mantık Üstüne"- bunu Popülizm'in Mantığı" diye de çevirebiliriz) adında bir kitabı var. Orada, uzun ve "sofistike" analizlerden sonra, popülizmin belirli bir "sınıf tabanı" ya da belirli bir ideolojik yönelişle özdeşlenebilir bir siyasî hareket biçimi değil, belirli bir "siyasî mantık" olduğunu ileri sürüyor. Laclau'nun popülizm yorumlarına ben de büyük ölçüde katılırım. Bu önerme konusunda da öyle. 

Laclau, toplumun belirli bir kesiminin (genellikle bayağı kalabalık bir kesim), kendini toplumun tamamı gibi görmeye başlamasının, popülizmin başlangıç noktası olduğunu söylüyor.

Bu, şimdilik, bizim için de bir "başlangıç noktası" olsun. Bunu veri alarak (gerekçeyi başka yere bırakıp) lafa devam edelim. Laclau'nun teoride vardığı bu sonuç, bizim burada pratikte (arazide) olana uyuyor mu?

Bence, uyuyor. Tayyip Erdoğan ve takımı, durmadan "millet" diyor.  Bir yandan "yerli ve milli" edebiyatı. Bir yanda "millet" var; bir yanda da "millet"in dışında kalanlar-örneğin Hollandalılar!

Ama Abdulkadir Selvi'ye bakarsanız (bakarsanız arkasında Tayyip Erdoğan mantığını da seçebilirsiniz), bir de "içimizdeki Hollandalılar" var. Bir üçüncü kategori, mahut "içimizdeki düşman"ın yeni koşullarda formülasyonu. Bunlar, Erdoğan'ın politikalarına muhalif olanlar. 

Yalnız "siyasî muhalefet"inden ötürü değil, "doğuş" koşulları nedeniyle de (etnik ya da dinî) "bizden olmayanlar" var. Bunların başında Kürtler geliyor. Onların arkasında Aleviler var, başkaları da var. "Türk/Sünni Müslüman," ama aynı zamanda da "Erdoğancı" olacaksınız "bizden" olmak için. O zaman "millet" oluyor ve dolayısıyla "milletin tamamı" oluyor. Bu sıfatların hepsini üstünde taşımayan ise, bir "arıza"; dolayısıyla olsa da olur, olmasa da. 

Hattâ açıkça söyleyeyim: Olmasa daha iyi olur.

Sabah gazeteye bakıyorum: Kılıçdaroğlu, başkanlık sisteminin demokrasiyi yok edeceği yolunda bir şeyler söylemiş, bunu okuyorum. 

Bu memleketin şu kadar yıllık demokrasi mücadelesinde, "git ileri, bas geri", demokrasinin iyi bir şey olduğunu, uğrunda savaş vermeye değer bir şey olduğunu öğrenen azımsanmayacak sayıda insan var. Bunların bir kısmı çok çeşitli tehditlerle sindirilmiş olsa da referandum gibi bir olayda içlerinden doğru buldukları yönde oy vermelerini bekleyebiliriz.

Demokrasinin ne olduğunu, nelerden oluştuğunu da biliyorlar. Yani, Tayyip Erdoğan'ın talep ettiği yetkilerle, zihnindeki faşist devleti kurmaya girişeceğini biliyorlar. Bunu onlara yeniden öğretmenin gereği ya da anlamı yok, çünkü biliyorlar. Onun için zaten "hayır" diyecekler. "Hayır" diyemiyorlarsa, çok fazla korkutulmuş oldukları için diyemiyorlardır. Durum buysa gene söylenecek belirleyici söz bu başkanlığın demokrasiyi yok edeceği değildir; korkmalarına gerek olmadığını inandırıcı bir şekilde anlatabiliyor muyuz? Anlatabiliyorsak onu anlatalım.

Geri kalıyor "evetçiler." Şimdi, varsayım şu mu? Birçok yurttaşımız gidip "evet" oyu verecek, çünkü talep edilen bu yetkilerin demokrasiyi yok edeceğini bilmiyorlar. Yani, biz bu "saf" yurttaşlara mı hitap ediyor ve bu sistemin diktatörlük olacağını söylüyoruz?

Durum buysa gene ayağımız sağlam yere basmıyor bence. Çünkü "evet" diyecek kitlenin içinde yer alan asıl nicelik bunun demokratik olmayacağını biliyor. Yani onlar da bunu biliyor. Fark şurada: Biliyorlar ve öyle olmasını istiyorlar. Kısmen, "demokrasi" gibi şeylere değer vermedikleri için böyle: "Olsa ne olur, olmasa ne olur? Benim hayatımda yeri ne?" Böyle diyenler var. Ama asıl çoğunluk, "milletin tamamı biz olmalıyız" diyen ve Erdoğan'ı bunun için izleyen kesimde: "Türk benim; Sünni benim; bu memleket benim değerlerime göre biçimlenmeli; "demokrasi" böyle olmasının önünde en büyük engel; bize Erdoğan gibi böyle alafranga laflara kulak asmayan bir önder gerek ki, memleketi benim istediğim kılığa soksun."

Bunları düşünen adama, bu üslûpla düşünen adama "Erdoğan başkan olursa demokrasi ortadan kalkar" diye vaaz vermek çok anlamlı değil. Adam, "Zaten ben de öyle olmasını istiyorum," diyecektir-açıkça değilse içinden.

Yani sorun, "Bu şekilde yeniden kurulacak rejim sana beklediğin nimetleri getirmeyecek; tersine onları senin için daha erişilmez hale koyacaktır" diyebilmekte. Bunun inandırıcı kanıtlarını ortaya koymakta.

Demokrasinin soylu ilkelerine aşkla bağlı bireylerden oluşmuş bir toplumda yaşamıyoruz. "Sallandıracaksın elli tanesini, bak bir daha..." kültüründen geliyoruz. Bu kültürde "Herkes benim gibi olacak. Olması gerek. Kendi rızasıyla olmuyorsa döve döve olduracağız" mantığı egemendir. Tayyip Erdoğan ve onun yönlendirdiği AKP bu dalgayı yarattı; şimdi de bu dalganın üzerinde gidiyor.

Popülizmle mücadele zor iştir.

Yazarın Diğer Yazıları

Üç güne kadar seçim

Büyük kentlerin siyasi tercihlerinin uzun vadede belirleyici rol oynama potansiyelinin yüksek olduğunu biliyoruz

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek