08 Şubat 2020

Kaç misli olmalı?

Onlar bizden sekiz kişi öldürünce bizim onlardan on sekiz kişi öldürmemizle ölümünden acı duyduğumuzu söylediğimiz o sekiz kişi geri gelmiyor. "İntikam aldık" demiş oluyoruz. "İntikam" denen şey o kadar muteber bir şey değildir

Muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın söylemeyi ve işitmeyi sevdiği kelimelerden biri olduğu için medya da sık sık kullanmaya başladı: "Misliyle karşılık ver"iliyor. Verilen karşılığın "misliyle" olmasını gerektiren durum öyle halim selim bir ortam değil, silahlı külahlı bir ortam olmalı. Örneğin Suriye gibi... Nitekim en sık Suriye’de olanlarla ilgili olarak duyuyoruz bu "misliyle" sözünü. Bizim Suriye’ye gönderdiğimiz askerler bir şekilde saldırıya uğruyor (son "şekil"de sekiz kişi kaybettik); biz de "misliyle karşılık veriyoruz".

İyi de, insanlarımızı kaybetmesek, sonra da misliyle karşılık vermesek, daha iyi olmaz mı? Şu anda "hasmımız" konumunda olan "aktör" Suriye, yani Esad’ın birlikleri ("Esad" mı, "Esed" mi, o da bir karışık ya, neyse); Tayyip Erdoğan ayın sonuna kadar zaman verdi Esad’a. Bunu ona yakın gazetelerde okuduk. Ne için tanıdı bu süreyi? Askerlerini çekmesi için. Nereye? Bizim gözleme kulelerimizin uzağına. Bizim gözleme kulelerimiz nerede? Suriye’de...

Tuhaf değil mi? Kendisini beğen beğenme, Esad, Suriye’nin dünyaca kabul edilmiş başkanı. Malum, isyan çıkmış, ülkenin bazı bölgelerinin denetimi Esad yönetiminin elinden çıkmış. Ama Esad devrilmemiş, işler biraz uzamış, gecikmiş de olsa şimdi bu yerleri geri almak üzere geliyor. Biz adama "Ayın sonuna kadar askerini çek" diyoruz. Suriye’de olan pek çok şey "tuhaf" ve bu tuhaflıklarda Esad’ın büyük payı var. Var ama bizim davranışımız da bir tuhaf.

Suriye’de olan bu tuhaf şeylerden ötürü sınırın bizim tarafına milyonla insan göçtü, buranın dengelerini bozdu vb. Bu gidişatı durdurmak için Türkiye de olayı orada durdurmak üzere Suriye sınırlarının ötesine asker gönderdi. Doğru mu yaptı, elbette tartışılır. Ben kendi hesabıma hiçbir doğru yanını görmüyorum. Ama sonunda anlaşılır bir durum. "Niçin?" diye sorulduğunda, "onaylanır" olmasa da "anlaşılır" bir cevap verilebiliyor.

Ama kendi ülkesinin sınırları içinde bir bölgede "asayiş" diye tanımladığı şeyi yeniden kurmak üzere hareket eden Esad’a "Git buradan" demeyi anlayamıyorum. Bundan böyle biz mi oturacağız orada, tankımız, topumuzla? Böyle yapacaksak, bunun adı nedir? "Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerekir" derken ne demek istiyoruz? Demek istediğimiz bu şeyleri geri kalan dünyaya nasıl açıklayacağız? Dünya "Biz bu açıklamayı kabul edilir bulmuyoruz" derse ne olacak? Dünya ile kavgalı yaşamaya devam mı edeceğiz?

Bu arada Libya’da ne oluyor? Bizim buradaki medyada böyle haberlere rastlanmıyor ama örneğin "New York Times"da Birleşmiş Milletler’in oradaki adamı Gassan Salame’nin Libya’ya gizlice silah sokarak durumu kızıştırdığı için ad vermeden çattığı iki ülkeden birinin Türkiye olduğunu yazıyor (öbürü Birleşik Arap Emirlikleri, yani iki karşıt kutup).

Ukrayna’ya da bazı sözler verdik bu arada. Silah da verecekmişiz. Galiba para da verecekmişiz. Bunlar Tayyip Erdoğan’ın bu bölgede kendini iyi hissetmesini sağlayan işler olabilir, ama Türkiye için iyi olacakları bir hayli şüpheli.

Bu günlerde "etik/ahlak" ayrımı üstüne bir şeyler yazmıştım. Şimdiye kadar Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan sözler birbirine bağlanarak ortaya başı sonu seçilir bir düşünce tarzı ve buna bağlı bir ahlak anlayışı çıkıyor. Bu anlayışın benim etikten anladığım şeylerle uyuşmadığını söylemiştim: "misliyle karşılık vermek" sözünden kendini belli eden tutum bunun iyi bir örneği. Onlar bizden sekiz kişi öldürünce bizim onlardan on sekiz kişi öldürmemizle ölümünden acı duyduğumuzu söylediğimiz o sekiz kişi geri gelmiyor. "İntikam aldık" demiş oluyoruz. "İntikam" denen şey o kadar muteber bir şey değildir. Bununla konuyu "nicelikler" alanına çekmiş oluruz. "Şu kadar bizden, bu kadar onlardan"... Gücü gücü yetene...

Ayrıca, olaya az daha geniş bir perspektiften bakınca, neyle övünmüş olduk? Onlardan daha fazla insan öldürmüş olmakla, değil mi? Bu bizim silahlarımızın daha etkili olduğunu ya da pazumuzun daha güçlü olduğunu gösteriyor olabilir, ama "daha ahlaklı" olduğumuzu göstermez. Daha "yüce" olduğumuzu falan hiç göstermez.

Böyle bir politika izlemenin "reel-politik" içinde muhtemel sonuçlarına hiç girmiyorum ama onlar da şüphesiz çok önemli. Örneğin şu gelişmeler bir aralık pek değer verir göründüğümüz Rusya ittifakını nasıl etkiler? Rusya’nın uzun vadeli ciddi politikası NATO’yu zayıflatmayı hedeflediği için Putin Erdoğan’dan gelen birtakım aykırı davranışları serinkanlılıkla karşılamaya hazırlıklı. "Düşürülen uçak" filan, bu politikasını değiştirmiyor. Şimdiye kadar değiştirmedi, ama bu, hiç değiştirmeyecek demek değil. Nitekim Putin Suriye söz konusu olduğunda ne gibi tercihlerde bulunacağının sinyallerini verdi.

İçeride gerilim, dışarıda gerilim... Orada da kavga, burada da kavga... Tayyip Erdoğan’ın başka bir politikası kalmadı. Gerilim siyaseti, şimdiye kadar, doğrusu ona yaradı. Ama bu "yarayış"ın da sonuna yaklaştık sanıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı