17 Mayıs 2019

Gerçek Türkler

Önderin aklına estiği gibi iş yapmasının meşruiyeti yok; ama yaptığını öyle yapma alışkanlığı da oluştu

Bir zamanlar “Komünist Enternasyonal” vardı, “Komintern” de denirdi. Şimdi dünyada “Popülist Enternasyonal” var—“Popintern” de diyebilirsiniz. Komintern’den daha uzun ömürlü olacak mı, göreceğiz.

Popülizmin temel meşruiyet kaynağı, birçok kere benim de yazdığım gibi, “halk”tır (populus), seçimdir. Gerçek halkın haklarını gasp etmiş bir “seçkinler iktidarı” kurulagelmiştir. Bu seçkinler halkın malını har vurup harman savururlar. “Popülist önder” onların bu haksız iktidarının içyüzünü bilen ve onunla mücadele etmeye kararlı adamdır. Halkın içinden geliyor olabilir, olmayabilir de. Önemli olan seçkinlere karşı halkın yanında tavır alabilmesidir—ama, tabii, halkın içinde geliyorsa, bu daha da iyidir.

Bu önder ortaya çıktığı zaman halkın bir kesimi onun kendileri için yaratılmış önder olduğunu anlarlar. “Bu bizden” derler. Biraz büyülü gibi bir süreçtir bu. Nasıl bir “kimya” vardır da, bunu karşılıklı anlarlar, çözmesi kolay değil. Ama oluyor, sonuçlar ortada. “Gerçek” halk, gördüğü zaman, “gerçek” önderi tanıyor.

Böylece “gerçekler buluşması” gerçekleşiyor. Bekleneceği gibi, bu iş hangi toplumda oluyorsa, halkın “çoğunluğu” da bu gerçekleşmenin olduğu yerde bulunuyor. Geri kalanlar küçük bir azınlık oluşturabilir, büyük bir azınlık oluşturmaları da mümkündür. Bakın, Amerika’da toplam oy sayısına baktığımızda, Clinton’ın Trump’tan fazla oy aldığını görüyoruz; ama seçim sistemi Trump’ı başkan yapıyor. Oyunun kurallarına göre, Trump bir kere seçildikten sonra çoğunluk artık oradadır. Gerçek Amerikalılar, gerçek önder Trump’ın arkasında saf tutmuşlardır.

Gerçek halk gerçek önderini seçtiyse, gerçek- olmayan “seçkinlerin” iktidarları boyunca kurup yetiştirdikleri yapılar ve kurumlara bir gerek kalıyor mu? Yani, görüyoruz ki “gerçek Türkler” gerçek önder Erdoğan’ı seçmişler; bu durumda Erdoğan’a muhalif bir basının, medyanın anlamı nedir? Halkın büyük kısmının sevdiği, saydığı ve seçtiği bir öndere muhalefet etmek, halka muhalefet etmekle eşanlamlı değil mi? Oysa o önder, halkın istediklerini yapmak için gelmiş oraya. O halde? Artık vergi kaçakçılığı denetleyen kurul mu gönderilir, başka teknikler mi devreye sokulur, ne olacaksa olur ve “muhalif basın-medya” diye bir şey kalmaz.

Ya da, “büsbütün kalmadı” denmesin diye bir iki bir şey bırakılır. “Gerçek” halk zaten bunlara kulak asmayacaktır. Ayrıca, popülist siyaset ve yönetim her zaman gerilime ihtiyaç duyacağı için, bu etkisiz muhalefet üstünden “hıyanet-i vataniye” edebiyatı yapmak da mümkün olur.

“Gerçek” halk “gerçek” önderini seçiyor, iş başına getiriyor. Ne diye? Kendi “gerçek” isteklerini yerine getirsin diye. Aralarında kusursuz bir uyum var, önderle halk kitlelerinin. İyi ama, o bunu yaparken, daha doğrusu bunu yapmaya çalışırken, araya mahkemeler, yargı da karışabiliyor. Önderin verdiği kararı mahkeme bozabiliyor. Olmadı işte! Önderi “gerçek” halk seçmişti. Mahkemeyi seçen mi var? Mahkemeye “halkın iradesine” karşı gelme hakkını kim tanıdı?

Mahkemenin haddini bildirmek gerek. Hem yalnız o mahkemenin değil. Hepsinin. Yani, somut olarak, bütün “yargı”nın. Dolayısıyla, popülist bir “gerçek” öndere sahip toplumlarda “bağımsız yargı” diye bir kurum bulunamaz. Yargı dediğin, her şey gibi, “halkın hizmetinde” olmalı. Halkın hizmetinin ne olduğunu da herkesten iyi bilen “gerçek” önderdir.

Böylece, bu konularda ve bütün konularda, halk ve “halkın seçimi”, popülist önderin her türlü icraatının nihai meşruiyet kaynağıdır.

Bunlar, bir “popülist dikta”nın parlak dönemlerinde olan şeyler. Gelgelelim, bir ihtimal daha var, o da sönmek mi dersin?

Popülist dikta uzun ömürlü olabilir ama “ebedi” olanı görülmemiştir. Çok zaman rejim kendisi işin tadını kaçırır. Şöyle olur, böyle olur, şu sıralar bizim oralarda olduğu gibi popülist yönetime popüler destek sönümlenme sürecine girebilir. Peki, o zaman ne olur?

“Bizim oralarda olduğu gibi” dedim. Neye dayanarak? Önemli büyük kentlerdeki oy kaymalarına bakarak. Ama hesaplar gösteriyor ki Cumhur İttifakı Türkiye’nin bütününe bakıldığında toplam oyların yüzde 52’sini almış. Yani ortada kesin bir kayıp görünmüyor. Üstelik seçimsiz uzun bir süre toplumu yönetmek de mümkün. Nitekim o iktidar konumunu kullanarak seçimi yenileme kararı çıkartmak da mümkün—“gerçek” önderin iradesini yerine getirme disiplinine uymakta kusur etmeyen bir yargı ve bir bürokrasi sayesinde.

Ama sonuçta bir şeyler yerinden oynadı. Şimdiki durumda “gerçek Türkler” kimler? Ankara halkı mı “gerçek”, yoksa Bayburt halkı mı?

“Popülist önder”e bu soruyu sorduğumuzda cevabı kolay. Onu tutmaya devam edenler halkın “gerçek” olan kısmı. Bu kısmın azınlık olması ya da azınlık gibi görünür hale gelmesi bir arıza! Olmaması gereken bir şey ve büyük bir ihtimalle bir “hile” sonucu olmuş bir şey—yoksa halk “gerçek” önderi görmezlik edebilir mi?

Nitekim bir “çalınmış” kavramı çıktı. Çalınmanın bir kanıtı yok ama lafı var. Bu da bizi “Popülist Enternasyonal” çağının bir başka kurumuna getiriyor: Söylediğin lafın, ortaya attığın iddianın doğru olması gerekmiyor. Vaktiyle Goebbels’in formülünü yaptığı şekilde, paketlemesi şık olmalı, talebe uygun olmalı. Söz gelişi “dindar” olduğunu ilan edip duran hükümete karşı çıkan, protesto yapan kişiler başı örtülü bir kadın gördü mü azıtıp ona saldırmalı. Mantık böyle gerektiriyor. Mantık gerektiriyorsa “Oldu mu? Olmadı mı?” diye soruşturmanın bir gereği yok. “Oldu,” diyorsun, insanların zihninde yer etmesi için de sık sık tekrar ediyorsun.

Şimdi Türkiye’de bu ilginç noktaya ya da aşamaya geldik. 2002’de,2008’de v.b. AKP’nin ardında halk desteği kesinlikle vardı. “Gerçek Türk” olmayanlar azınlıkta kalmıştı. Şimdi böyle bir kesinlik yok. Dolayısıyla önderin aklına estiği gibi iş yapmasının meşruiyeti yok; ama yaptığını öyle yapma alışkanlığı da oluştu.

Ne olacak?

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı