30 Nisan 2020

Din işleri

Cumhurbaşkanı tarihin bir aşamasında bir partilisinin ağzından "Bizim sizinle bir ilişkimiz, dostluğumuz kalmadı. Duymuş olun" demişti. Sanırım şimdi özellikle "ayırıcı" konuları gündeme getirmeye çalışıyor

Şu "koronalı", dolayısıyla dertli günlerimizde bir LBGT+ kavgası çıkarmadan duramadık. Diyanet İşleri Başkanı, Ankara Barosu, derken Cumhurbaşkanı, kavga aldı yürüdü. Bu gidişte beni içten içe rahatsız eden bir şeyler var. Çözemediğim ve tedirginlik duyduğum bir şeyler...

Tam şu günlerde Diyanet İşleri’nin başındaki zatın zina ve eşcinsellik gibi konulara girme gereğini duymasını çözemiyorum, örneğin... Böyle nereden geldiği belirsiz "felaket" dönemlerinde, "Bu tanrısal bir ceza!" diye ortaya atılanlar olur. Bildiğimiz bütün dinlerde dünyanın günaha batmış olduğuna inanan ve bunun gerektirdiği cezayı neredeyse dört gözle bekleyen birileri vardır. Tufan böyle bir "ceza"dır; Hıristiyanlık’ta, "Bir daha sefere alev" inancı bir yerlerde durur. AIDS yeni başlarken de bunun eşcinseller için ısmarlanmış bir ceza olduğuna inananlar çıkmıştı. Diyanet İşleri Başkanı varolan durumun böyle bir yoruma ihtiyaç yarattığına mı inandı, ne olduysa, böyle bir "hutbe" ile çıkışını yaptı.

Yankı yapması kolayca beklenecek bir çıkıştı bu. Ama şu günlerde Diyanet’in kendi tarihi boyunca görülmemiş ölçüde "etkin" olduğu da söylenebilir. Örneğin gene bu "koronalı" günle, sela vb. bir "dua" konusu çıkmıştı. Laik kesimin böyle bir "tartışma" karşısında ne diyeceği bir sır değil. Böyle bir "afet"in dua gibi eylemlerle deva bulamayacağını, bizim laik kesimin bazı sözcüleri düşünüldüğünde epey iğneleyici, hatta küçümseyici bir dille ilan edecekler. Oysa çoğunluk uçan kuştan medet umuyor ve elbette duanın faydasına inanacak. Böylece bu iki kesimin arasına bir kama daha sokmak kolaylaşacak. Hani "ortak" felaket, maazallah, iki kesimin birbirine yaklaşmasına yol açtıysa, buna hemen engel olmak lazım.

Duanın faydası olur mu, olmaz mı tartışmasında somut ve nesnel bir sonuca varmak mümkün değil elbette. Diyanet de zaten beklemeden kendi tedbirlerini uygulamaya girişti. Geçenlerde gene yazmıştım: istenen bu duaların Allah’a erişmesi ise, hoparlör kullanmaya gerek olmamalı. Ama sanırım Tayyip Erdoğan iktidarı dua ettiğini topluma göstermek istiyor. Onun için hoparlör kullanışlı bir araç. Böylece semalarımızda ezan, tekbir, dua, sela vb. birbirini izliyor.

"Cuma namazı" konusunda Diyanet nihai otorite olarak kuralı esnetti; aynı zamanda simgesel "sosyal mesafeli" namazları başlatıp kuralı unutmadığımızı gösterdi.

Diyorum ya, bugünlerde özellikle "etkin" Diyanet.

Ancak, "cinsel ahlak" konusunda kesilen ahkamın toplumun belirli bir kesiminde bir itiraza yol açması beklenmeyecek bir şey değildi -bana sorarsanız, "beklenecek ve beklenen şey"di. Tepki, Ankara Barosu’ndan geldi. Geldi ve -herhalde beklendiği için- müthiş bir salvoyla karşılaştı. 

Baro’nun bildirisinde okumadığım bir şey olduğunu sanmıyorum. Okuduğum metinde ise "din düşmanı" denecek bir şey görmedim. "Hakaret", "aşağılama", "terbiyesizlik" vb. sıfatları hak edecek bir şey de görmedim. "Cadı yakma" ihtimali filan gibi gerçekleşmemiş "ihtimallere" dokundurmalar var ama bunlar dine karşı değil, bugünkü somut Diyanet İşleri Başkanı’na söylenmiş. Yani, kısaca, bu feveranı gerektirecek bir şey yok. Bana öyle geliyor ki "feveran" da önceden hazırlanmış.

Bu aşamada Cumhurbaşkanı da devreye giriyor. Onun kime hak vereceği ve nasıl bir yol tutturacağı herhalde kimsenin meçhulü değildi. Ezcümle, dinle ilgili konularda tam yetkili ve ayrıca "tek" yetkili Diyanet İşleri Başkanlığı’dır demeye getiriyor. Böyle yapmakla kendisi dışında bir "mutlak yetki" makamı daha kabul etmiş görünüyor ama somut geçerli duruma baktığımızda Diyanet İşleri Başkanı sonuç olarak bir memurdur ve (zamanında Şeyhülislam’ın olduğu gibi ve ondan da önce Patrik’in olduğu gibi) dolayısıyla yetkisinin sınırı bellidir. İslam dini uygulamada örneğin Papa gibi bir dini otorite tanımamıştır.

Cumhurbaşkanı tarihin bir aşamasında bir partilisinin ağzından "Bizim sizinle bir ilişkimiz, dostluğumuz kalmadı. Duymuş olun" demişti. Sanırım şimdi özellikle "ayırıcı" konuları gündeme getirmeye çalışıyor. Başkan’ın söylediği sözler Kur’an’da var mı? Var. O halde tartışacak bir konu da kalmadı. Peki, bugün Mehmet Yılmaz’ın yazdığı gibi, Kur’an’da "el kesmek" var mı? Evet, o da var. Kölelikle, köleyle kurulacak ilişkiyle ilgili kıyamet kadar hüküm var. Ne yapacağız bunları? Şimdilik Tayyip Erdoğan’ın kendisine kurmak istediği mutlak iktidara bir somut katkıları yoksa, sözünü etmeyeceğiz, gündeme getirmeyeceğiz. Bütün bunları da Diyanet İşleri ile paralel bir politika yürüterek yapacağız.

Erdoğan yolda karşısına çıkan olayların bir kısmının Allah’ın bir lütfu olduğuna inanıyor. Öyle bir kılığa sokmayı da genellikle başarıyor. Bu salgın gibi "ilahi" yorumlara cevaz veren bir konu hakkında da tavrı bu merkezde gibi görünüyor.

Kutuplaşmaya devam.

Yazarın Diğer Yazıları

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız