03 Ocak 2021

Başörtüsü ve türban

200 yıllık sorunumuz. 200 yıla girerken ne kadar sorunlu olsa da, bunca zaman içinde "iki ayrı millet" haşinde yaşamanın sorunlarına bir ölçüde alışmış, sorunların bir kısmını da bir ölçüde çözmüştük

Fikri Sağlar, mahkemeye çıkıp karşısında başı türbanla örtülü bir kadın yargıç görürse bundan endişe duyacağını söyledi ve yeni kavga konumuzu belirledi.

Ben Fikri Sağlar'la aynı fikirde değilim. Niçin olmadığımı da açıklayacağım. Ancak, bu sözlerden Tayyip Erdoğan'ın ve yardımcılarının çıkardığı sermayenin bir anlamı olmadığını söylemek istiyorum. Bir anlamı yok ama ne zamandır siyaset tartışması dediğimiz şey bu çerçeveye kısılıp kaldı. "Cumhuriyet Halk Partili bulutlar aşırı yağmur yağdırarak ortalığı sele boğdu" haberine karşı "Adalet ve Kalkınma Partili sel suları bütün mahalleyi yıktı" haberiyle cevap veriliyor. Depremler, yangınlar hepsi partili. Hepsi de "öteki" partiden. Bunu öteden beri muhalefette olanlar iktidarda olanlara yapardı. Ama AKP iktidarında İktidarın bu "taktiği" çok daha yoğun bir şekilde uyguladığını seyretmeye alıştık.

Neyse, gelelim Fikri Sağlar'la aynı fikirde olmama nedenime.

Önce şunu söyleyeyim: Son zamanlarda "mahkeme" hayatımızın can alıcı bir parçası haline geldi. Kendimiz bir şekilde "mahkemelik" olmasak da, tanıdığımız insanlar, arkadaşlarımız iki günde bir mahkemede. Onun için bizim gözümüz de orada. Sözgelişi Osman Kavala davası… Bu duruşmalardan insanın kanını donduran kararlar çıkıyor; ama bu kararları verenler arasında başı türbanla bağlı kadın yargıçlar görmüyorum. Gördüklerim sonuçta benden çok farklı bir kılıkta olmayan erkek yargıçlar. Gene de, bu kadarı Fikri Sağlar'ın sözünü yekten reddetmek için yeterli olmayabilir.

AKP'de üye, hatta bakan (bu işi yapanlara "bakan" demek doğru mu, değil mi, o da karıştı ya) olan, ama başında türban filan olmayan kadınlar görüyorum. Gazetelerde ya da televizyon kanallarında başı örtülü filan olmayan kadınlar görüyorum. Gelgelelim, bu "başı açık" kadınların ağzından da kan donduran (çünkü "militanlık" kokan) sözler çıktığını işitebiliyorum. Demek ki böylesi de olabiliyor ve bir kadının başında bir giyim eşyası olması ya da olmaması o başın görmediğimiz "içinde" olanların şaşmaz bir ölçüsü değil. Ama bu konuda söyleyeceğim bundan ibaret de değil. Fikri Sağlar'ın "türban" dediği, yani sakıncalı olabileceğine işaret ettiği "başı bağlı" kadınlardan tanıdıklarım var.  AKP'ye ben ne kadar muhalifsem onlar da o kadar muhalif. Muhalif olmamızın gerekçeleri de üç aşağı beş yukarı aynı. En başta bu iktidarın anti-demokratik karakteri geliyor.

Çünkü başını türbanla örten kadınların önemli bir kısmı bu toplumun (bütün tabakalarıyla) onlara verdiği edilgin tutuma itirazı olan insanlar. Belirli bir açıdan bakınca kural olarak başını örtmek bir kadın için otoriteye boyun eğmek anlamına geliyor. Dolayısıyla böyle bir kadın ezik olmayı peşinen kabul etmiş bir kadın... Oysa tanışıp konuşunca hiç böyle olmadığını görüyorsunuz. Her insan bireyi ayrı bir hikaye demektir ama biri için "teslimiyet"i temsil eden bu örtü başkaları için "başkaldırma", "ilkeleri uğruna mücadele", "eşitliğini ve iradesini gösterme" ve buna benzer kişilik özellikleri olabiliyor.

Peki, Fikri Sağlar'ın endişesinin hiçbir geçerliliği yok mu?

Eğer onun hayal ettiği başı türbanlı kadın yargıç aynı zamanda bir AKP yandaşı ve bir Tayyip Erdoğan militanıysa, evet, endişe edilir. Böyleleri yok mu? Mutlaka var. Ama bu giyim eşyası şaşmaz bir ölçü değil. Sorun, bölünmüş bir toplumda yaşıyor olmamız. Öyle ılımlı cinsinden bir bölünme de değil bu. Tayyip Erdoğan'ın (tabii başkalarının da katkılarıyla) çabalarıyla yoğun bir düşmanlığa, cepheleşmeye doğru evrilen (yer yer çoktan evrilmiş) bir bölünme. Burada "taraf tutmak" hayatın bir gereği haline getirilmiş. Sağlar, "türban" görünce "Eyvah! Yargıç bana düşman!" diyorsa, türbanlı bir kadın mahkemede, resmi bir dairede, karşısında "başı açık" bir kadın yetkili gördüğünde "Eyvah! Şimdi bu kadın bana ayakbağı olur" diye düşünmez mi? Düşünür ve düşünmesine yol açan yığınla olay yaşamış ya da birilerinden dinlemiştir.

200 yıllık sorunumuz. 200 yıla girerken ne kadar sorunlu olsa da, bunca zaman içinde "iki ayrı millet" haşinde yaşamanın sorunlarına bir ölçüde alışmış, sorunların bir kısmını da bir ölçüde çözmüştük. Ama AKP iktidarının iktidar sahibi bunu yeniden —ve hiç olmadığı kadar şiddetli— bir savaşa çevirme iradesini gösterdi.

Onun için Sağlar'ın bu ayrımı yapması ve bu bağlamda yeri olmayan bir tehlikeye dikkat çekmesi iyi olmadı... İyi olmadığı, Tayyip Erdoğan'ın nasıl bir iştahla konunun üstüne atılmasından belli. Kemal Kılıçdaroğlu kendisinin aynı fikirde olmadığını yeterince net bir şekilde dile getirdi. Ama Tayyip Erdoğan bunu "vitrin mankeni" kalıbına sokmakta gecikmedi... Kim ne derse desin, o, CHP'nin nasıl faşist olduğunu anlatmaktan vazgeçmeyecek. Çünkü bunları kendi bildiği kılığa sokup anlatmakla oy kazanacağına inanıyor. CHP'nin bu klasik tavırlarından uzaklaşmaya başlaması da sermayesini azalttığı için habire geçmişe dönmesi gerekiyor. "Tek-parti zamanında..." diye lafa giriyor. Bu olayda olduğu gibi, "Bunlar, görüyorsunuz, hiç değişmiyorlar" demek fırsatını elde etmeyi de çok seviyor.

Peki, sahiden öyle mi? Hiç değişmiyorlar mı?

Bir dahaki sefere bu konuya bakalım.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı