27 Ekim 2018

“Andımız” ve teferruatı

Kuvvetler Ayrılığı’na tahammülü olmayan bir siyaset adamının demokrasiyle ilişkisinin ne olabileceğini tartışmanın anlamı yok

“Andımız” tartışması, ortaya çıkışı ve aldığı biçim, her türlü “Yeni Türkiye” v.b. yaftamalara rağmen, Türkiye’nin eski Türkiye  olduğunu yenilenmesinin çok zor olduğunu gösteriyor.

“Bilim-kurgu” dediğimiz, bilim ve teknolojiye fantezi katarak oluşturulan tür, “Yıldız Savaşları” diye bir dizi icat ediyor. Burada da merakla seyrediliyor böyle şeyler; ama heyecan “Simge Savaşları” başlayınca doruğa varıyor. “Andımız” kavgası tipik bir “Simge Savaşı.”

Türk faşizan milliyetçiliğine Reşit Galip’in bu katkısı, ilk yazıldığı zaman da son derece zevksizdi. Bugün bu zevksizliğin herkesçe görülür olmasını beklerken, bakıyoruz, kalabalık (ve oldukça “heterojen” sayılması gereken ögelerden oluşmuş) bir koro, ona övgüler düzüyor.

Erken Cumhuriyet’in bu gibi metinler, dönemlerinin sorunlarını, didaktik yapılarında yansıtırlar; bu Osmanlı çok-uluslu toplumundan bir ulus-devlet çıkarma çabasının hegemonyası altında oluşur; temel sorun ve dolayısıyla birincil amaç budur. Bunun için şu öğütler “övün, güven, çalış” bu mantık dışı sıraya sokulmuştur. “Andımız” metni bize nasıl “Türk” olmamız gerektiğini öğretmek üzere yazılmış bir metindir. “Yasam”, “ilkem”, “ahlâkım”, “törem” şudur, budur diye her sabah bağırmanın başka bir anlamı yoktur. Ama zorunlu olarak bir “ulus yaratma” aşamasında bulunan bir toplumda bu metnin zevksizliğinde, bağırtkanlığında hiç değilse “koşullar böyleydi” dedirtecek bu kaygıyı sezmek mümkün.

“Türk çocukları” bu metni yıllarca haykırdık. Bu zamana kadar bu didaktizmin bize öğretek istediği şeyleri öğrenmiş olmalıyız.

Ben Amerika’da bir yıl bulundum, lise düzeyinde okula da gittim. Orada da gerekli görülmüş bir “ant” vardı. Her sabah sınıfta öğrenciler ellerini kalplerine bastırır ve bir ağızdan “I pledge allegiance 
to the flag of the United States of America and to the republic for which it stands” derlerdi. Yani, Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve onun temsil ettiği cumhuriyete bağlılığımı bildiririm” gibi bir şey. “Bağlılık”, bayrağa. Amerika gibi bir toplumda elbette “etnik köken” gibi bir şey söz konusu değil. Resmiyet dışında, Amerika’nın “WASP” denen adamların malı olduğu bilinebilir ve söylenebilir ama bunu resmiyet düzeyine getiremezsiniz. Devamında “one nation, under god”  (Tanrı önünde tek bir ulus) gelir ki bunun kavgası olmuştur. “Bu işe Tanrı’yı karıştırmayın” diyen bir baba çıkmış, başlangıçta davayı kazanmıştır da. Sonrasını islemedim ama galiba o davayı da Supreme Court  bozdu. Neyse, metnin sonu “indivisible, with liberty and justice for all” diye gelir.

Yani, kısadır bağırtkan değildir; bağlı olduğu ilkeler makuldür (bir insanın yaşadığı ülkeye ve beraber yaşadığı insanlara bağlılık duyması pek itiraz edilecek bir şey olmasa gerek.) Bunu okuyan kişi kendini armağan etmez; tersine, özgürlük ve adalet diye talep eder.

Başka ülkelerde böyle şeyler var mı, varsa ne söylüyorlar, bilmiyorum. Vardır mutlaka. Sonuç olarak bunlar hepsi ulus devletlerin ideal olduğu 19. yüzyılın koşullarında biçimlenmiş gelenekler; dolayısıyla hepsinde bir “arkaizm” var.

AKP iktidarının “Andımız”ı kaldırmış olması beni tedirgin etmemişti. Öte yandan, AKP’nin milliyetçi hamasete karşı tutarlı bir eleştirisi ya da programı olmadığı da anlaşılıyordu. Aslında o da milliyetçi hamasetten alacağını almıştı ama simgeleri farklı olabiliyordu. Bunlar da, “milliyetçilikler” arasında dinin kapladığı alanın ne olması gerektiği sorusundan türüyordu.

Danıştay’ın “Andımız”ı geri getirme kapısını açan kararından sonra Tayyip Erdoğan bu karara itirazlarını dile getirdi. Söyledikleri arasında biri süregiden belirleyici “sorun”a ilişkindi. Sen “Türk’üm” diye bağırırsan, öteki adama da “Kürt’üm” diye bağırmayı haklı kılarsın, diyordu. Öyle tabii. Tam da bu nedenle Amerikan andında etnik referans yok. Ama tabii önce “Kürd’üm” demeyi suç olmaktan çıkarmak gerek (Şerafettin Elçi olgusu hâlâ taze sayılır.) Bunu söyleyebilmeli ve kendi dilinde söyleyebilmeli. İş buralara gelince Erdoğan’ın cephanesi gene tükeniyor çünkü onun soruna bakması öteki milliyetçilerin bakışından çok farklı değil.

Sonuç olarak, Erdoğan’ın “Andımız” özgül olayı üstüne söylediklerini haklı bulurum. “Irkçı”dır v.b. Ama Erdoğan bu olay dolayımıyla kendi temel demokrasi düşmanlığını da bir kere daha sergileme fırsatı buldu. Yargıçlara konuşmasını kastetmiyorum. “Niye yıllarca beklediniz de şimdi?..” diye hesap soruyor. Ardından, “Bu kararları siz verecekseniz ben çekip gideyim” diyor. Bu “Andımız”dan somut olaydan bağımsız, çünkü ondan çok daha geniş ve genel bir zemine getiriyor konuyu. Bu zemin “Kuvvetler Ayrılığı” zemini.

Kuvvetler “Ayrılığı” varsa, birinin yaptığını öbürünün iptal etme hakkı da vardır. Böyle bir hak geçerli olmasa, “Kuvvetler Ayrılığı” demenin bir anlamı kalır mı? Klasik üçgenin yargı ayağı, zaten bunun için vardır: Yasama ya da yürütmenin ulusal ya da uluslararası hukuka aykırı düşen uygulamalarını önlemek için. Yasama ve yürütme böyle aykırı şeyler yapar mı? İlke, yapabilecekleri varsayımı üstünde duruyor. Gerçek tarihte de bir yığın somut örneğini görüyoruz (görmek için çok uzaklara bakmamız da gerekmiyor.)

Ama Tayyip Erdoğan, kendi bir şeye “Olsun” demişse, herhangi bir gücün “Olamaz” demesine dayanamıyor. Birçok Amerikan Başkanı’nın istediği birçok şeyi Supreme Court engellemiştir. Ama bu Amerika Başkanı’nın “Siz böyle karar vereceksiniz, ben çekip gideyim” dediği görülmemiştir.

Yani Erdoğan, bir kere daha “Kuvvetler Ayrılığı kötü bir şeydir” dedi. Muhtemelen, yeni bir yasa değişikliği ile, Danıştay’ın bir daha böyle bir karar vermesini de engellemek istiyor (bu olursa “Danıştay” diye bir merciye gerek kalmıyor.)

Başka bir şey söylemek gereksiz: Kuvvetler Ayrılığı’na tahammülü olmayan bir siyaset adamının demokrasiyle ilişkisinin ne olabileceğini tartışmanın anlamı yok.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı