30 Mart 2021

Türkiye İslam Cumhuriyeti

Bugün "fıtrata aykırı" diye üniversiteden bir dersi kaldırmayı başaranların yarın "fıtrata aykırı, dinimize aykırı" diye nerelere göz dikebileceklerini düşünmeye davet ediyorum sizleri

Hayır, provokatif bir başlık değil bu. Sadece bir durumu tespit ediyor.

Saadet Partisi'nin yayın organı sayılması gereken Milli Gazete, Sağlık Bilimleri Üniversitesi'nde okutulan, "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" dersinin, "fıtrata aykırı olduğunu" ileri sürdü.

İslamcı kesim için "toplumsal cinsiyet eşitliği" korkutucu bir kavram.

İslamcılar, kadınlar ve erkeklerin toplumsal yaşamda eşit bireyler olarak yer almalarından, eşit işe eşit ücret ödenmesinden, ailenin sorumluluğunu ortaklaşa paylaşmasından hazzetmiyorlar.

Kadının toplumsal yaşamda yer alabilmesi için bazı sıkı örtünme koşullarına uymak zorunda bırakılmasının nedeni de bu.

Onların anlayışına göre kadın ve erkek eşit yaratılmadı, onun için toplumsal olarak eşitmiş gibi davranılması da gerekmiyor.

"Fıtrat" dedikleri bu ve laik düzenin kadına kendi varlığını erkekler ile eşit olarak ifade edebilmesini sağlamasını da bu fıtrata aykırı buluyorlar.

Milli Gazete'nin bunu kendisine dert etmesinde bir sorun yok.

İnanç ve ifade özgürlüğü bunu da doğal olarak kapsıyor.

Tuhaf olanı bundan sonrası:

Gazetenin bu yayını üzerine Sağlık Bilimleri Üniversitesi savunmaya geçiyor.

"Başka üniversitelerde zorunlu olarak okutulurken biz seçmeli yaptık" diyor.

Ardından "ders ile ilgili olarak soruşturma başlatıldığını" açıklıyor.

Bu alıntıyı, üniversitenin açıklamasından yaptım, buyurun okuyalım:

"Aile yapımızı, toplumsal değerlerimizi hedef alan, örf, adet ve kadim geleneklerimize, dini ve milli değerlerimize zarar veren hiçbir ders içeriğini kabul etmemiz, izin vermemiz, hoş görmemiz veya onaylamamız asla mümkün değildir. Ders bahanesiyle de olsa milli ve mukaddes değerlerimizin tartışma konusu yapılmasını asla tasvip etmiyoruz. Gençlerimizi milli duygularla yetiştirmeyi ilke edinen üniversitemizin aynı hassasiyetleri taşıdığının ve çalışmalarını bu doğrultuda yürütmekte olduğunun bilinmesini arzu etmekteyiz."

Vay vay vay! Üniversiteye bak!

Bilimsel düşüncenin gelişmesi, üniversitenin dinin kısıtlayıcı ve bağlayıcı etkisinden kurtulması ve serbestçe düşünmeye – konuşmaya olanak veren bir ortama sahip olmasıyla hızlandı.

İslam ülkelerinde medresenin neden batıdaki gibi özgür üniversitelere dönüşemediğini, bunun İslam ülkelerinin geri kalmasındaki rolünü filan tartışmayacağım.

Bir köşe yazısının çapını çok aşacak bir konu bu.

Ancak Anayasa'sında "laik, demokratik cumhuriyet" yazan bir ülkede, dini referansların artık toplumsal yaşamın her alanına, tartışmasız nüfuz etmekte olduğuna dikkatinizi çekeceğim.

Üniversite, İslamcı bir eleştiri karşısında bilimsel düşünce özgürlüğünü savunacağına "ders bahanesiyle de olsa" yeni fikirlerin tartışılmasına hoş bakmayacağını açıklıyor.

Dersi veren için hemen soruşturma açılıyor. Bunu fırsat bilip yakında üniversiteden de atarlarsa hiç şaşırmam.

Cumhurbaşkanı'nın İstanbul Sözleşmesi'ni çöpe atmasının nedeni de aynı İslami referanslar. Fıtrata aykırıymış bazı hükümleri!

Birçok Ziraat Fakültesi'nde ve meslek yüksek okulunda şarapçılık dersi bile kaldırıldı, şarap yapmak günah diye!

Diyanet İşleri Başkanlığı, bir tür Şeyhülislamlık mertebesine yükseldi, her konuda "ne diyecek" diye gözler önce oraya dönüyor.

Cumhuriyet'in "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" laiklik ilkesi dört bir yanından hızla tırtıklanıyor.

Bugün "fıtrata aykırı" diye üniversiteden bir dersi kaldırmayı başaranların yarın "fıtrata aykırı, dinimize aykırı" diye nerelere göz dikebileceklerini düşünmeye davet ediyorum sizleri.

Türkiye Cumhuriyeti'nin adının yakın bir gelecekte "Türkiye İslam Cumhuriyeti" olarak değiştirilmesi belki mümkün olmayacaktır ama İslami referanslarla günlük hayatımıza yönelik kısıtlamaların, baskıların, yaptırımların eli kulağında.

Şimdi uyanmazsak, yarın çok geç olur!

* * *

Sinovac, para kazanmak istemiyor mu?

Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, Sözcü'den İsmail Saymaz'a yaptığı açıklamada Çin'den ithal edilen Sinovac aşısının koruma oranının "yüzde 50 civarında" olduğunu söyledi.

Sinovac aşısının üçüncü faz sonuçlarını açıklayan Hacettepe Üniversitesi de, daha önce yüzde 90'nın üzerinde olduğu açıklanan aşının etkililiğinin yüzde 83.5, hastanede yatışı engelleme oranının ise yüzde 100 olduğunu duyurmuştu.

Koronavirüs'e karşı aşı geliştirebilmek için birçok şirket hem zamana hem de birbirlerine karşı yarıştı.

Acil kullanım onayı alabilmek için de her şirket kendi aşısı ile ilgili üçüncü faz deneme sonuçlarını, ciddi bilimsel dergilerde yayımladılar.

ABD ve AB ülkelerinde acil kullanım onaylarını bu sonuçlarla elde edebildiler.

Çin'in Sinovac şirketi hariç!

Bu şirket, Çin'de yaptığı klinik test sonuçlarını hâlâ açıklamış değil.

Bu şirketin aşısı ile ilgili Faz 3 aşı sonuçlarını Türkiye yüzde 83, Brezilya yüzde 50 olarak açıkladı, hepsi o kadar.

Bunlarla ilgili olarak yayımlanmış makale de yok.

Ve daha da tuhaf olanı bu aşı Çin'de de kullanılmıyor. Üç müşterisi var sadece: Türkiye, Brezilya, Endonezya.

Diğerlerini bilmiyorum ancak Türkiye bu aşıya adeta mahkûm durumda çünkü yöneticilerimiz diğer şirketlerin aşılarına hiç ilgi göstermediler.

Müşterisi bu kadar sınırlı olmasına rağmen aşının temininde sıkıntılar çektiğimiz de ortada.

Şirket, sanki bu aşıyı aslında hiç satmak istemiyor da hatırımız için lütfen veriyormuş gibi bir tutum içinde.

* Böyle bir aşı üreten şirket, niye ABD ve AB'ye bu aşıyı satmak istemiyor? Niye ABD ve AB yetkili makamlarının talep ettiği 3. Faz sonuçlarını saklıyor?

* Niye Çin, bu aşıyı kullanmıyor?

* Niye şirket elindeki deney sonuçlarını ısrarla açıklamıyor?

Bunlar kimseye tuhaf gelmiyor mu?

* * *

Türk mutasyonu!

Bilimciler, Koronavirüs'ün, Brezilya, İngiltere mutasyonlarından sonra bir de Türk mutasyonu olup olmadığının anlaşılabilmesi için uzun gen testlerinin yapılması gerektiğini söylüyorlar.

Gen testleri süredursun ben virüsün bir Türk mutasyonu olduğunu tespit etmiş bulunuyorum.

Bakınız:

  • Orijinal virüs her tür spor müsabakasında bulaşabiliyor. Ancak Türk mutasyonu sadece lig maçlarında bulaşabiliyor, milli maçlarda bulaşmayı tercih etmiyor.
  • Orijinal virüs iktidar – muhalefet ayırmadan bulaşırken, Türk mutasyonu sadece muhaliflere bulaşmak için fırsat kolluyor.
  • Orijinal virüsün saat mefhumu yokken, Türk mutasyonu akşam 7'den sonra daha çok bulaşıyor.
  • Orijinal virüs her ortamda yayılabilirken Türk mutasyonu sadece barlarda ve canlı müzik yapılan yerlerde yayılabiliyor.
  • Orijinal virüs 7 X 24 faal iken, Türk mutasyonu daha çok Pazar günleri yayılmayı tercih ediyor.
  • Türk mutasyonunun en çok sevdiği ortamlar düğün ve cenazeler. Ancak meşhur ve siyaseten güçlü kişilerden tırstığı için sadece orta halli insanların düğün ve cenazelerinde yayılabiliyor.
  • Türk mutasyonu kapitalist bir bakışa sahip. Zenginleri seviyor, fakirlerden nefret ediyor. Onun için de daha çok fabrikalar, toplu taşıma araçları gibi yerlerde faaliyette.
  • Türk mutasyonu orta yaştaki kişilerden hazzetmiyor ve onlardan uzak duruyor ancak yolda 65 yaşını geçmiş birisi görürse kendini tutamıyor, hemen bulaşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!