26 Temmuz 2020

Mehmet Ali Ağabey’e veda

Bir tek gün bile yapmaktan sıkılmadığım bu mesleğe onunla başladım, çok şey öğrendim, o sayede bugün sizlerin huzuruna çıkabiliyorum. Nur içinde yatsın, Allah rahmet eylesin

Mehmet Ali Kışlalı ile tanıştığımda Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenciydim.

Mülkiye'de okuyordum ama aklımda gazeteci olmak vardı.

İkinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğim yaz, sınavların hemen ertesinde rahmetli Prof. Dr. Ünsal Oskay ile bombalı terör saldırısında kaybettiğimiz rahmetli Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın önerisiyle, gazeteciliğe ilk adımımı atmak için Yankı Dergisi'nin Ankara Konur Sokak'taki "idarehanesine" gittim.

Konur Sokağın bir ucunda Mülkiyeliler Birliği vardı, Yankı'nın bulunduğu binanın tam karşısında da Cumhuriyet Ankara Bürosu. Vatan Gazetesi'nin Ankara Bürosu ile boş zamanlarımda yardıma gittiğim Yalçın Küçük'ün yönettiği Yürüyüş Dergisi'nin büroları da aynı sokak üzerinde, üçer beşer bina arayla sıralanıyordu.

Mehmet Ali Kışlalı o yıllarda haftalık Yankı Dergisi ve İngilizce Out Look dergilerini yayımlıyor, Time ve New York Times gibi yayınların da Ankara muhabirliğini yürütüyordu.

Üzeri her zaman gazete kesikleri, kitaplar ve yabancı dergilerle tıklım tıkış olan masasının önündeki sandalyeye çekinerek oturduğumu hatırlıyorum.

Bütün hayatıma yön verecek bir adımı atmakta olduğumun bilincinde olduğumu da söyleyemem.

Mehmet Ali Ağabey önce niye gazeteci olmak istediğimi sordu, bir şeyler geveledim.

"Bu iş, sevmezsen zordur" dedi.

"Zengin olmayı düşünmüyorsun değil mi" diye sordu.

Gazete ve yayınevi yönettiğim günlerde gazeteci olmak için bana gelenlere ben de hep aynı şeyi söyledim: "Zengin olma hayalin varsa, başka meslek seç."

Yankı'daki ilk işim linotip makinede kurşunla dizilip, prova tezgâhında sayfa haline getirilmiş yazıların tashihlerini yapmaktı.

Bunun bir gazetecinin yetişmesinde ne kadar önemli olduğunu çok uzun yıllar sonra anlayabildim ama o günlerde nefret ediyordum.

Bir an önce sokağa çıkmak, Meclis'e gitmek, Mülkiyeliler Birliği'nde gördüğüm gazeteci büyüklerim gibi akşam üzeri bir tek atmak istiyordum.

Sözde gazeteci olmuştum ama sınıftaki birkaç arkadaşım dışında kimse gazeteci olduğumdan haberdar değildi, imzam filan çıkmayınca nereden haber alacaklardı?

Sonra bir gün bana "Hayat Böyle Geçer'i sen yaz" dedi.

Yankı'nın bu köşesi Time'ın "Milestones" köşesinin bir benzeriydi.

Hafta boyunca bütün haberleri tarar, biriktirir; kim nereye tayin olmuş, kim evlenmiş, kim ölmüş, onları ikişer cümlelik metinler halinde yeniden yazardım.

Kısa yazmayı ve kısa yazılmış haberin gücünü bu sayede öğrendim.

Bir süre sonra "İnsanlar" sayfasına da yazma hakkını kazandım, Time'ın "People" bölümünün Yankı'daki karşılığıydı bu sayfa da.

Gazetecilik mesleğinin topluma ayna tutmak olduğunu; olayların tarafı değil, izleyicisi olduğumu, defalarca masama fırlatılan, üzeri kırmızı kalemle çizilmiş yazılarım sayesinde öğrendim.

Bazen bir haberi 8 – 9 kez yazdığımız olurdu.

İtiraz edemez, Mehmet Ali Ağabey'in şekeri yükselmesin diye sesimizi çıkarmadan oturur yazıları yeniden yazardık.

Sonra günün birinde odasına çağırdı. "Yazı İşleri Müdürü oldun" dedi, "çok zam bekleme ama" diye de ekledi.

Yankı dergisi ile bir dönem Hürriyet Ankara Bürosu'nu da yöneten Mehmet Ali Kışlalı (Önde, ortada oturan)

O yıllarda siyasetçilerle gazetecilerin özel ilişkileri bugünkü kadar iç içe geçmemişti. Siyasetçilerin ve onların afra tafrayla taşıdıkları unvanların geçici olduğunu, kalıcı olanın gazetecilik olduğunu da Kışlalı'dan öğrendim.

Daha sonra Posta, Radikal, Fanatik'i yayımladığım günlerde en büyük korkularımdan biri telefonda sesini duymaktı.

Telefonla arıyorsa, bir hata görmüş demekti. Benim görmediğim ama onun yakaladığı bir hata varsa "orada dalga mı geçiyorsun" diye söylenirdi.

Radikal'de bir köşe yazmasını istediğimde de "okuyup, düzeltmeleri de sen yapacaksan yazarım" diye, beni gururlandırmıştı.

Gözü gibi baktığı ve o yıllarda Ankara sokaklarında parmakla gösterilen Porsche'sini arada bir kullanma ayrıcalığına sahip olan iki kişiden biri de bendim.

Mehmet Ali Kışlalı, biz genç gazetecilerin patronuydu, ama hepimiz ona "ağabey" derdik.

O günler gazetecilerin ve patronların bir aile gibi yaşadıkları, patronların gazetecilikle ilgili hataları acımasızca sorguladıkları günlerdi.

Mehmet Ali Ağabey'i kaybettik.

Bende çok hakkı vardı. Benim onda hakkım olduğunu zannetmiyorum ama varsa da helal olsun.

Bir tek gün bile yapmaktan sıkılmadığım bu mesleğe onunla başladım, çok şey öğrendim, o sayede bugün sizlerin huzuruna çıkabiliyorum.

Nur içinde yatsın, Allah rahmet eylesin.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!