02 Aralık 2019

İşte pozitif bir yazı: Açın bu işletme dehalarının önünü!

Şunu söylemeliyim ki Binali Bey’in çocukları mı daha maharetli, Tayyip Bey’in yakın akrabaları mı, karar vermek gerçekten zor

Geçtiğimiz Cuma günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında geçen Man Adası tartışmalarında bahse konu şirket ile ilgili bazı sorular sormuştum.

Bağımsız Yüce Türk adaleti Erdoğan’ın akrabaları ile ilgili takipsizlik kararı verirken, Kılıçdaroğlu ile ilgili 1 milyon liralık tazminat mahkumiyeti kararı vermişti, bunu hatırlarsınız.

Yazımda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da tıpkı hakim ve savcı beyler gibi satılan şirketin geçmişini merak etmediğini yazmıştım, o günlerdeki tartışmalar sırasında dikkatimden kaçmış olmalı, meğerse Kemal Bey de benim kadar merak ediyormuş.

Ancak, kararı veren savcı ve hakim beyler, satılan şirketin ne işle iştigal ettiğini, nasıl olup da 15 milyon dolara satılabildiğini haliyle merak etmemişlerdi.

Neden derseniz, İngilizce atasözü bile var bununla ilgili: Curiosity killed the cat!

Yani "Merak kediyi öldürdü"!

Güzel Türkçemizde de "İnsanın başına ne gelirse meraktan" diye başlayan bir halk deyişi var ki saygıdeğer savcı ve yargıçlarımızın neden çok meraklı olmadıklarını açıklamaya yetecek mahiyette bir içeriği var!

Her neyse, merak kediyi öldürse de beni öldürmez diye düşünüyorum.

Zaten bu yazdığım şeyler nedeniyle bana korku dolu gözlerle bakan arkadaşlarımın nezdinde Schrödinger’in Kedisi gibiyim.

Yani kuantum durumum, "hapisteki Mehmet" ile "özgür Mehmet" arasında.

Burada felsefeye biraz abanıp "Zaten hangimiz özgürüz ki? Demir parmaklıklar hepimizin kafalarının içinde" filan gibi cümleler kurmayacağım ama.

Size yalan söyleyecek değilim, ben de hapse girmekten tırsarım!

Lafı uzattım, sadede geliyorum:

15 milyon dolar, Man Adası’ndaki Bellway şirketinden, Erdoğan ailesinin fertlerine gönderilmişti ve bunun nedeni de ailenin kurmuş olduğu bir şirketi yurt dışında satmış olmasıydı.

Bu satış karşılığında Türkiye’ye 15 Aralık 2011 tarihi ile 4 Ocak 2012 tarihleri arasında gönderilen paranın dökümü şöyleydi:

* Burak Erdoğan’a (Cumhurbaşkanı’nın büyük oğlu): 3 milyon 750 bin ABD Doları.

* Mustafa Erdoğan’a (Cumhurbaşkanı’nın kardeşi): 3 milyon 750 bin ABD Doları.

* Ziya İlgen’e (Cumhurbaşkanı’nın eniştesi): 3 milyon 750 bin ABD Doları.

* Osman Ketenci’ye (Cumhurbaşkanı’nın dünürü): 2 milyon 250 bin ABD Doları.

* Mustafa Gündoğan’a (Cumhurbaşkanı’nın eski özel kalem müdürü, köylüsü): 1 milyon 500 bin ABD Doları.

Ben satılan şirketin faaliyet alanı, bu şirketin nasıl kurulduğu, adının ne olduğu, Man adasındaki şirketi kimin kurduğu, kuruluş sermayesinin ne olduğu gibi bilgileri edindim.

Bunun için casus çalıştırmam gerekmedi, zaten internette var!

Şunu söylemeliyim ki Binali Bey’in çocukları mı daha maharetli, Tayyip Bey’in yakın akrabaları mı, karar vermek gerçekten zor.

Bunlar gerçek işletme dehaları ve onların bu bilgi ve yeteneklerinden milletin bütün fertlerinin yararlanamıyor olması gerçekten üzücü.

Açın bu dehaların önünü, Türkiye uçsun!

Bu yazıyı bugün bir "teaser" olarak yazdım ki belki benim yazmama gerek kalmadan açıklanır diye.

Binali Bey, yeri gelmişken hatırlatayım: En kalbi duygularımla sizi de selamlarken, yanıtlarınızı da bekliyorum.

* * *

Gözünüz doysun, pes be birader!

Bu başlığın bir köşe yazısı için uygun kaçmayacağının farkındayım ama bu konuyla ilgili haberleri ve açıklamaları okurken, dilimden dökülen şey de bu oldu. Sizleri rahatsız ettiysem bu seferlik affedin, bir daha yapmayacağım.

Üç yıl önce, 10 Aralık 2016 günü Dolmabahçe’de PKK’nın saldırısı sonucunda hayatını kaybeden 38’i polis memuru, 46 kişinin ailelerine destek amacıyla düzenlenen kampanyada 52 milyon lira toplanmıştı.

Şimdi öğreniyoruz ki bu para hala hak sahiplerine dağıtılmamış!

Saldırıda hayatını kaybeden Berkay Akbaş’ın ailesine bakanlığın verdiği yanıt şu:

"Bu soruya, Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı’nın cevap vermesi daha uygun olacaktır."

Bu vakıf, bir kanun hükmünde kararname ile, 15 Temmuz darbe girişimine direnirken şehit olan ya da yaralananlara yardım için toplanan 330 milyon lirayı "işletmek için" kurulmuştu.

Vakıf kanunen kuruldu ama fiilen hayata geçmedi, toplanan para da Hazine’de tutuluyor.

15 Temmuz şehitleri için bu para toplandığında 1 ABD Doları 2.98 TL idi.

Dolmabahçe’deki terör kurbanları için para toplanırken 2017 yılı için ortalama kur 3.64 TL idi.

Bugün ise 1 ABD Doları alabilmek için 5.75 TL gerekiyor.

Yani neresinden baksanız paranın yarısı dolar üzerinden "deve edilmiş" durumda!

Hazine elinde tuttuğu bu parayı vakfa devrederken kur değerini dikkate alacak mı, cari faiz mi ödeyecek derseniz, bunu kimse bilmiyor.

Üstelik kanunen kurulmuş vakıf, fiilen ortada yok.

Ne mütevelli heyeti belli, ne yöneticileri. Doğru dürüst bir adresi bile yok ki gidip kapısında yatalım, sorulara yanıt arayalım.

Bir kere bu vakıf niye gerekiyor? Niye toplanan para hak sahipleri arasında eşit olarak pay edilemiyor?

Neden vakıf kurmak istediklerini aslında biliyoruz:

Bir vakıf kurulması demek mütevelli heyetine maaş demek.

Bir genel müdür tayip edip, maaş, makam aracı, sekreter maaşı vs. demek. Çalışanlara maaş ödemek demek. Binalar kiralamak ya da satın almak demek.

Yani makam bulamamış eski politikacılara, akrabayı taallukata arpalık yaratmak demek.

Düşünelim: Böylece zaten paranın bir bölümü toplandığı amacın dışında harcanacak.

Yarısı zaten devalüasyonlarla eridi.

Ve arta kalanın hak sahiplerine nasıl aktarılacağı da hala bir muamma.

Öyle görünüyor ki gözlerini toplanan bu paralara da dikmişler, kendilerinden başka kimseye yar etmeyecekler!

Şimdi sizlere soruyorum: Başlıktaki cümleyi kurmakta haklı mıyım, haksız mı?

Saldırı, İstanbul Dolmabahçe'de bulunan Vodafone Arena Stadı yakınlarında gerçekleşmişti.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!