18 Kasım 2021

CHP neyi değiştirmeye talip?

Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışı aslında uzunca bir süredir takip ettiği politikanın bir parçası. CHP’yi muhafazakâr kitlelerle barıştırmak ve onların oyuna da talip olmak diye açıklanabilecek bir politika bu. CHP açısından bu kesimleri “ürkütmemek” yeterli bir başarı olur; “Ürkütmemenin” yolu da “muhafazakârcılık oynamak” değildir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışı, AKP Genel Başkanı’nın sinirini bozdu.

“Ey Bay Kemal, sen önce benim başörtülü kızlarımdan, bacılarımdan helallik dile” dedi ki Kılıçdaroğlu’nun helallik arayışı listesinde onlar da var.

Ve öyle görünüyor ki Kılıçdaroğlu’nun “barışmak” istediklerinin başında da zaten onlar geliyor.

Kılıçdaroğlu’nun “helallik arayışı”,  Erdoğan’ın “kutuplaştırma” siyasetinin tam zıttı.

Bugüne kadar kutuplaştırmanın nimetlerinden fazlasıyla yararlanan Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun izlediği yeni siyasetten rahatsız olması normal.

Türkiye’nin kutuplaştırıcı bu siyasetten yorulduğunun farkında olmayan tek kişi de sanırım Erdoğan.

CHP Genel Başkanı’nın attığı bu son adım aslında uzunca bir süredir takip ettiği politikanın bir parçası.

CHP’yi muhafazakâr kitlelerle barıştırmak ve onların oyuna da talip olmak diye açıklanabilecek bir politika bu.

Yol boyunca “Ekmek için Ekmeleddin” gibi kazalar da geçirdi ancak bugüne kadar bu siyasetin sonuçlarını da aldı.

Son yerel seçim başarısı, esasen bu politikanın sonucudur.

Ve bu politika, bir “beş benzemez” ittifakını da ayakta tutabiliyor ki küçümsenecek bir politik başarı sayılmaz.

Ancak bu CHP’nin makus talihini yenmesine, yüzde 30’ları aşmasına ve iktidara gelmeye yeter mi diye soracak olursanız, kestirme bir yanıtım var zaten: Yetmez.

Muhafazakâr kitlelerin beklentilerine yanıt verecek, o beklentiye uygun politikaları uygulayacak ve bunu CHP’den daha yetkinlikle yapacak çok siyasi parti var.

CHP açısından bu kesimleri “ürkütmemek” yeterli bir başarı olur; ondan daha ilerisi biraz hayalcilik olur gibi geliyor bana.

“Ürkütmemenin” yolu da “muhafazakârcılık oynamak” değildir.

Kişisel haklarımızı iktidarda kim olursa olsun koruyacak, iktidarda kim olursa olsun devletin özgürlük alanlarımıza müdahale etmesini önleyecek demokratik standartları sağlayacağını taahhüt etmek yeterli olur.

Öte yandan siyasetin denklemi muhafazakârlar – modernler diye başlayan kimlikler üzerinden yürüdüğü sürece siyasi tablonun çok fazla değişmesi de mümkün değil.

Bu tabloyu değiştirecek siyaset, kimlikler üzerine değil, ülkenin zenginliklerinin eşit paylaşımı temelinde yapılabilir.

Bugün Türkiye’de orta sınıf kayboldu.

Artık “zenginler, fakirler, daha fakirler” diye sıralanıyoruz.

Nüfusumuzun en zengin beşte biri 2020 yılında toplam gelirin yüzde 47,5’ini aldı.

En düşük gelire sahip beşte birin aldığı pay ise sadece yüzde 5,9 idi.

Toplumun gelirden en fazla pay alan yüzde 20’sinin elde ettiği gelirin, en az pay alan yüzde 20’sinin elde ettiği gelire oranı şeklinde hesaplanan P80 / P20 oranı, bir yıl içinde 7,4’den 8’e yükseldi.

Gelirden en fazla pay alan yüzde 10’un elde ettiği gelirin en az pay alan yüzde 10’un elde ettiği gelire oranı şeklinde hesaplanan P90 / P10 oranı ise bir yılda 13’den 14,6’ya çıktı.

Yani sadece son bir yıl içinde zenginler ve fakirler arasındaki gelir uçurumu daha da açıldı.

Toplam gelir içinde en yüksek ikinci pay, yüzde 21,8 ile sosyal transfer gelirleri oldu.

Yoksulluğun hangi boyutlara geldiğini gösteren çarpıcı bir rakam bu.

Ve bu yoksulluk, muhafazakâr – modern ayrımı gözetmiyor.

Müslümanı da seküleri de aynı derecede etkiliyor.

Dua ederek de Anıt Kabir’i ziyaret ederek de iyileştirilemiyor, düzeltilemiyor.

1980’den beri yorulup, bıkılmadan izlenen neo liberal politikaların bir sonucu bu.

CHP bunu değiştirmeyecek ise neyi değiştirmeye talip?

CHP’nin de makus talihini yenmek, vatandaşın makus talihini yenmekten geçer.

Türkiye’nin sorunu öncelikle üretmek ve ürettiğini eşit bölüşmek sorunudur.

Muhafazakâr kitlelerle helalleşmek üzere yola çıkılmışken onların dikkatini daha çok çekecek böyle programlar da elde olmalıydı.

***

 

Casuslar “yoğuşmalı kombi” gibiymiş!

 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, cep telefonuyla casusluk yaptıkları iddia edilen İsrailli turist çift ve Türk vatandaşı arkadaşları ile ilgili olarak şu açıklamayı yaptı:

“Birtakım çekimler yaparken Sayın Cumhurbaşkanımızın konutunu da çekmişler. Sadece bununla da yetinmemişler aynı zamanda buraya yoğunlaşmışlar. Bununla da yetinmemişler aynı zamanda işaretlemişler. Bunu orada gören güvenlik unsurları, meseleye müdahale etti.”

Gördüğünüz gibi casuslukta sınır yok!

Adamlar fotoğraf çekiyorlar, yetinmiyorlar bir de “yoğunlaşıyorlar”!

“Yoğuşmalı kombi” gibiler yani!

Tabii İçişleri Bakanı’nın bu açıklamasından sonra “MİT ne iş yapıyordu” diye merak etmedim de değil.

Turist kılığında iki casus, ellerinde bir cep telefonu ile kuleye çıkıyor, yoğunlaşıyor, yetmiyor işaretliyor ve MİT uyuyor.

Allahtan kuledeki lise mezunu güvenlik görevlisi, MİT’den daha uyanık, turistlerin casus olduğunu hemen anlıyor.

Bence o güvenlik görevlisi her kim ise kendisine MİT’de hemen üst düzey bir görev verilmeli.

MOSSAD da evlerine geri dönmeyi başardıklarında bu iki casusuna yenileyici bir program uygulamalı.

İçinde Google Earth, uydu, filan gibi bilgileri de içeren bir yenileme programı!

Yazarın Diğer Yazıları

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor. Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor. Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar

İnsani bir karar verebilecek mi?

Tıp bilimine göre kocama hâli bulunan kronik hastalıklara sahip insanlar 400 gündür Erdoğan'ın insafa gelmesini bekliyor. "Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama" nedeniyle cezaevinde yatmaları hayati sakıncalar yaratan insanlar, yetersiz tıbbi destek nedeniyle hayatlarını kaybederlerse, kusura bakmasın ama bunun sorumlusu bizzat devleti yönetenler olur

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım