29 Ağustos 2022

Anayasal düzene karşı açık tehdit!

Diyanet İşleri, artık Anayasal düzene karşı açık bir tehdit haline de gelmiş bulunuyor

Çorum Osmancık’ta düzenlenecek Pırlanta Pirinç Festivali’ndeki Aleyna Tilki konserinin iptal edilmesini isteyen Diyanet – Sen Çorum Şubesi Başkanı şunu söylüyor:

“Şehrin kültürüne, sanatına, sosyal yaşamına, geleneklerine, değerlerine ve inancına katkı sağlamayan, dini ve milli değerleri ayaklar altına alanları Osmancık’ta görmek istemiyoruz.

Toplumun ahlakıyla zıt hayat yaşayan, LGBT savunucusu kişilerin sanatçı kimliğiyle insanların önüne rol model gibi sunulmasına karşıyız. Şehrin idarecilerini toplumsal hassasiyetleri dikkate almaya ve programın iptali için gereğini yapmaya davet ediyoruz.”

Yabancısı olmadığımız bir görüş bu.

Son aylarda sıkça tanık olduğumuz festival yasaklamalarında ilk adım böyle atılıyor.

Önce bir grup İslamcı dernek bu tür açıklamalar yapıyor.

Ardından o açıklamalardan kendine görev çıkaran kaymakamlar festivalleri yasaklıyor.

Her zaman merak etmişimdir, bizdeki dinbazlar, fırsatını bulurlarsa Taliban ya da IŞİD gibi davranabilirler mi diye.

Bu festival yasaklatma furyası sayesinde merakımı gidermek için önemli ipuçları elde etmiş bulunuyorum.

Evet, bizim siyasal İslamcılar da fırsatını bulurlarsa Taliban gibi, IŞİD gibi bir örgüte kolayca uyum sağlayabilecek ideolojik bir zeminde yaşıyorlar.

Ve dikkatinizi çekmek isterim ki kendi tuhaf inançlarını İslam kılığına sokarak pazarlamaya çalışan bu gruplardan biri olan Diyanet Sen, devletten maaş alarak görev yapan din adamlarını temsil ediyor!

Bu tiplerin cami cemaatlerine neler telkin ettiklerini bu tür açıklamalarına bakarak kolayca tahmin edebiliriz.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş kanununa göre görevi şu:

“İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek.”

Bu kurumun görevlileri, kendilerine kanun ile verilmiş bu görevi yerine getirirken Taliban ya da IŞİD militanıymış gibi davranamaz.

Ve bu yapısıyla Diyanet İşleri, artık Anayasal düzene karşı açık bir tehdit haline de gelmiş bulunuyor.

Anayasa’sında “laik cumhuriyet” yazan bir ülkede, laiklik karşıtı hareketlerin odağında devletin maaşlı din görevlilerinin bulunması kabul edilebilir bir durum değil.

15 Ağustos’ta Diyanet İşleri Başkanlığı, il müftülerini “gündemsiz ve acele” olarak Ankara’ya çağırdı.

Cumhuriyet’ten Sefa Yar’ın bugüne kadar yalanlanmayan haberine göre Başkan Ali Erbaş, müftülere “elde ettiğimiz kazanımları önümüzdeki seçimde kaybetmemeliyiz” demiş.

İddialara göre müftülere “seçime dokuz ay kaldı. Herkes sahaya insin, çalışmalar yapsın. Kazanırsak hep beraber kazanırız, kaybedersek hep beraber kaybederiz. Ev ev gezin” denildi.

Belli ki AKP’den uzaklaşan bir kısım dindar muhafazakâr seçmeni etkileyebilmek için Diyanet İşleri teşkilatı da kullanılacak.

Festivalleri yasaklatmak, Sezen Aksu, Gülşen, Tarkan, Aleyna Tilki gibi sanatçıları hedefe koymak gibi işler de bu seçmeni kontrol edebilme planının bir parçası olmalı.

8 Eylül 2021 tarihinde bu köşede şunu yazmıştım, aradan bir yıl geçti tahminimde yanılmamışım:

“Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanı’nın körükleyeceği laiklik tartışmaları üzerinden bu kişileri yine AKP’ye çekebileceğini hesaplıyor olmalı. Seçime doğru Ali Erbaş’ın çıkışlarının daha da sertleşeceğini ve toplumdaki laik – Müslüman gerilimini tırmandıracağını göreceğiz.

Tartışma bu yöne kaydıkça, kimliklere dayanan siyasetin beslendiği eski korkuları kaşımak Erdoğan için daha kolay olacak.

Tartışmaların işsizlik, pahalılık, savurganlık, yolsuzluk, kötü yönetimden oluşan halkın gerçek gündeminden bu yöne doğru kaydırılması Erdoğan’ın işine de yarayacak.

Erdoğan’ın, Ali Erbaş’ın önünü açıp, siyasal İslamcı hezeyanlarına gaz vermesinin nedeni bu.

Geçen gün de yazdım, İslam dininin siyasete alet edilmesi, İslam toplumlarında yolsuzlukların, baskının, kötü yönetimlerin üzerine bir şal örtülmesine de yarıyor.

Bu yöntem bugüne kadar Türkiye’de de işe yaradı.

Bundan sonra da yarama olasılığını küçümsememek gerek.

Bir yandan laik düzenin rejim tarafından işlevsizleştirilmesinin önüne geçmek diğer yandan halkın dikkatini gerçek gündemine çekip, açık ve anlaşılır çözüm yollarını göstermek gerekiyor.

Zor ama yapılamayacak bir iş de değil.”


Çizgi: Tan Oral

 

 ***

 

İnsanoğlu gariptir, her lafı kaldırmaz

 

Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Gülşen’in tutuklanarak cezaevine gönderilmesini eleştirenlere çok kızdı ve bir açıklama yayınladı.

Meğerse “hakimler görevlerinde bağımsız” imiş. “Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” imiş.

Gerçekten ilginç bir açıklama bu.

Ve bana Neyzen Tevfik’e mal edilen bir sözü hatırlatıyor: “İnsanoğlu gariptir, her lafı kaldırmaz” diye başlayan.

Meğerse HSK’nın açıkladığı bu müthiş bilginin kaynağı da Anayasa imiş.

Gel de gülme!

Üst sınırdan cezalandırılsa bile hapis yatması söz konusu olmayan bir kişiyi tutuklamak ya da telefon edip çağırsan koşarak ifade vermeye gelecek bir kişiyi ifade vermeye “mevcutlu getirtmek” bu açıklamada sözü edilen bilgilerin neresine sığıyor, pek anlaşılmıyor.

HSK böyle “laf olsun testi dolsun” kabilinden açıklamalar yapacağına bu olaydaki hâkim ve savcının nasıl olup da İstanbul’a tayin edildiklerini açıklasaydı daha doğru bir iş yapmış olurdu.

Bir yıllık mesleki geçmişi olmayan, hukuk fakültesini daha dört yıl önce bitirmiş bir savcı, sadece altı günlük kıdemiyle İstanbul’a kimin torpiliyle tayin edilebildi?

İktidarın beğenmediği kararları veren, karşı oy yazıları yazan kıdemli hâkimler tayin döneminin dışında oradan oraya sürülürken, beş yıllık deneyimi olmayan bir hâkimi getirip İstanbul gibi bir yerde sulh cezaya tayin etmek nasıl mümkün olabildi?

Unutmadan, bir de hazır elleri değmişken bir açıklama daha istiyorum:

Olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi gösteren savcı ve bu raporu görme gereğiniz duymadan karar verebilen hâkim ile ilgili nasıl bir işlem yapıldı?

Onlar da bağımsız mıydı? Anayasa’ya, kanuna ve vicdani kanaatlerine göre mi karar verdiler?

Yoksa çarkları yağlayan birileri mi vardı? Ya da yukarıdan emir veren?

 

HSK, Gülşen'in imam hatiplilere yönelik sözlerinden dolayı tutuklanmasına gelen tepkiler
üzerine açıklama yaptı

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya’da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi’nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara’da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi’nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş’e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu’nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları’nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları’nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet’e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu’nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık’ın 1 Numara Yayıncılık’a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30’u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu’nun CEO’luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018’den itibaren T24’te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

“Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yenisi yapılana kadar eskisini uygulasak?

Cumhurbaşkanı madem özgürlüklerin kullanımı konusunda hassas, kendi talimatıyla hapiste tutulan bu insanları salıverse, daha inandırıcı olurdu

İktidar için cinayete göz yumuyor

Erdoğan rejimi, yargı konusunda geçmişte Fetullahçılara yakasını kaptırmıştı, sonucunu hep birlikte izlemiştik. Bu yeni filmde Erdoğan başrolü kiminle paylaştığının farkında mı?

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...