10 Eylül 2019

Adalet reformu bu mahkemeleri ne yapsın?

Sorun, Fethullahçıları temizlerken kadroların AKP militanları ile doldurulmasından kaynaklanıyor

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün işi gerçekten çok zor.

Kamuoyuna bir söz verdi, Yargı Reform Belgesini açıkladı. Şimdi de bu reform, yasalaşmak üzere TBMM’ye gidecek.

Bakanın yargı reformu ile ilgili açıklamalar yaptığı sırada Canan Kaftancıoğlu da yıllar önce yazdığı sosyal medya mesajları nedeniyle 9 yıl 8 ay cezaya çarptırılıyordu.

İşinin zor olduğunu söylememin nedeni bu ve benzeri durumlar.

Bakan bir yandan AYM ve AİHM kararlarına uyup uymama konusunun yargıç ve savcılar için performans kriteri yapılacağından söz ediyor, diğer yandan mahkemelerdeki bazı hâkimler bu kararlardan hiç haberdar değillermiş gibi cezalar yağdırıyorlar.

Bakan belki iyi niyetli olarak reformu gerçekleştirmek istiyor ama tamamen siyasallaşmış bir yargı ile bu reform neye yarayacak, göreceğiz.

Sorun, Fethullahçıları temizlerken kadroların AKP militanları ile doldurulmasından kaynaklanıyor.

Kamuoyunu yakından ilgilendiren bazı davalardaki yargıçların tutumlarına bakınca da bazı mahkemelerin, sırf bu işler için HSK tarafından özel olarak görevlendirildiklerini düşünmek mümkün.

Sorun sadece siyasi davalarla ilgili de değil.

Geçen gün Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler’in ilginç bir makalesini okudum.

Prof. Dr. Gözler, altı ayrı davada mahkeme tarafından haklı bulunmuş. Bununla ilgili karar tarihi 7 Mart 2018.

Kararın üzerinden 18 ay geçmesine rağmen mahkeme gerekçeli kararını yazmamış. Oysa gerekçeli kararların karar tarihinden en fazla 30 gün içinde yazılması gerekiyor.

Aynı mahkeme, bir davada da Prof. Dr. Gözler’i haksız bulmuş. Bununla ilgili gerekçeli karar ise 25 gün içinde yazılmış.

Belli ki ön yargılı bir mahkeme var, mecburen kararını da vermiş ama gerekçeli kararını bir türlü yazmıyor.

Şimdi yargı reformu bu mahkemeyi ne yapsın?

Reformun kanunlaşmak üzere TBMM’ye gelmesinin ardından başına neler geleceğini ise tahmin etmek hiç de zor değil.

Teklif, TBMM tatile girmeden önce neden yasalaştırılmadıysa, tatil dönüşü de aynı nedenlerle oyalanacak, bunu tahmin etmek için falcı olmak gerekmiyor.

Aradan geçen bir yaz tatili boyunca AKP ve MHP milletvekillerine ani zihin açıklığına bağlı demokratlık gelmediyse tabii!

***

Vakıf üniversitesi nasıl satıldı?

Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Bilgi Üniversitesi, Can Holding’e satıldı!

Bu aynı üniversitenin üçüncü el değiştirişi.

Satış, Can Holding’in, üniversiteyi kuran vakfa “destekçi” olması şeklinde gerçekleşiyor.

Alana hayırlı olsun, önemli bir eğitim kurumunu aldılar, dilerim ki bu öneme layık olarak da yönetirler.

Vakıf üniversiteleri konusu “Türk tipi iki yüzlülüğün” eğitim alanındaki tezahürüdür.

Kağıt üzerinde bakarsanız Türkiye’de kâr amacı güden özel üniversite yoktur.

Kâr amacı gütmeyen vakıfların kurduğu üniversiteler vardır ama hepimiz biliriz ki bunlar özel üniversiteden başka bir şey de değildir ve doğal olarak kâr amacı da güderler.

Çünkü kapitalist bir düzende, kâr etmeyen bir işletme ölmeye ya da el değiştirmeye mahkûmdur.

Bu düzende kimseyi “kâr amacı güdüyorsun” diye eleştirmeye hakkımız olamaz.

Bunu YÖK de bilir, devleti yönetenler de bilir. Ama hep birlikte böyle bir müsamere icra ederiz, kimi kandırdığımızı zannediyorsak artık!

Geçenlerde Sağlık Bakanı’nın kurucuları arasında olduğu vakfa ait bir üniversiteye kamu kaynaklarının aktarılmasına dikkat çektiğimde de aynı şeyi yazmıştım.

Adı vakıf da olsa bu üniversiteler alım satıma bile konu olabilen, özel üniversitelerdir.

Bunlara kamu kaynaklarının tahsisinde de bu özellik göz önüne alınmalıdır.

Bu istismarın önüne geçebilmenin bir tek yolu var: Kanunu, hayatın gerçeğine uydurmak!

Vakıf üniversiteleri aldatmacasını bir kenara bırakıp, özel üniversite kanununu çıkarmak.

Tabii o zaman iktidarı ele geçirenin, vakıf üniversitesi kılığına girmiş yandaşlara kamu kaynaklarını aktarması da mümkün olamayacak.

Onun için sanıyorum ben bu tür yazıları, artık elim kalem tutamaz hale gelene kadar ara sıra yazmaya devam edeceğim.

***

Binali Bey, nasılsınız, iyi misiniz?

Son günlerdeki en büyük merakım Binali Yıldırım’a “özgül ağırlığına uygun bir makam” bulunup, bulunmayacağı.

Gerçi AKP söz konusuysa, Recep Tayyip Erdoğan dışındaki kişilerin de özgül ağırlıklarının olduğunun bir vehimden ibaret olduğunu Bülent Arınç vesilesiyle öğrenmiştik.

Ama yine de Binali Yıldırım’a bir makam bulunmasında yarar var çünkü Binali Bey, bunu gerçekten hak ediyor.

Yalnız kendisine karşı hâlâ kırgın olduğumu da belirteyim.

İki aydır soruyorum, bir yanıt vermiyor.

Oysa sorduğum soru çok da zor değil, çok iyi bildiği bir konu.

Sabit gelirli bir memur ailesinin çocukları, nasıl oldu da bu kadar çok sayıda geminin sahibi olabildi?

Bu çok önemli bir iş idaresi bilgisi.

Çünkü memleketimiz böyle ailelerden geçilmiyor.

Diyebilirim ki halkımızın yüzde 80’i bu durumda. Ve onlar da çocukları ikbal görsün istiyorlar.

Binali Bey, o ilk kar topunun nasıl yuvarlanmaya başladığını bir açıklasa, on binlerce gencimiz için bir ümit ışığı yakacak.

Haydi Binali Bey, tamam anladım, beni sevmiyorsunuz ama hiç olmazsa boynu bükük bekleyen on binlerce gencimize acıyın.

Yazarın Diğer Yazıları

AKP'nin yargıya bakışı: "Yetkili" değil, "görevli"

AKP'nin 2011'deki Anayasa taslağında "yargı yetkisinden" değil, "yargı görevinden" söz ediliyor. Taslakta ayrıca, mahkemelerin "Türk milleti adına" karar vermesi ve AYM kararlarının herkesi bağlayacağı konularında hüküm yok. O tarihte "uzlaşma" gerçekleşmediği için Anayasa tartışması ertelendi. Ancak AKP'nin Anayasa taslağı, adı konulmadan hayata geçmiş gibi bir tablo var karşımızda...

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Reis mazbut lakin o çevresi yok mu?

O çevreyi yaratanın kim olduğu söylenmeden, çevre eleştiriliyor ki Reis, yenilginin suçunu bugünkü çevresine yıkıp, birinci halkayı yeniden oluştursun, bakarsın biz de oradan bir çıkış yakalarız!