28 Haziran 2020

Bir doz nostalji: Ada vapuru

Yaz ayları geldi mi beni alır bir heyecan. Çocukluktan kalma bir duygu bu biliyorum. İçim kıpır kıpır. Tüm yıl iple çektiğim senenin en sevdiğim zamanı geldi demek: Ada zamanı

Konuyu romantikleşmek istemem ancak martıların simit peşinde çığlıkları eşliğinde denizde süzülen vapur kenarından güneşin batışını sessizce izlediğim şu cuma akşamında hislerim bu.

Vapuru sadece bir ulaşım aracı olarak görmek yanlış olur, ada hikâyelerinin en değişmez parçasıdır o. Her sabah işe gidenler adalardan ayrılır, genelde kadınlar ve çocuklar adaya hâkim olur, sonra akşamüstünün iş kıyafetleriyle dolu gırgır vapurları döner, kısa bir akşam dondurması sohbeti için ve yeniden sabahı bekler. Vapur yanaşır, vapur ayrılır. Her birinde ayrı yolculuk, dostluk, hikâye ile. Hele akşamüstleri iş çıkış saati vapuruna denk gelirseniz, bir de vapurun en üst açık güvertesi veya arka güvertesinde oturursanız, İstanbul'un korna dolu yollarında koşarak vapuruna yetişenlerin nasıl soluklandığını, ardından ise koca bir vapur ailesi olarak neler paylaştığını görebilirsiniz. Vapur demek biraz da nostalji demek, madem köz mısırım elimde, o zaman Burhan Pazarlama'dan balık çekilişlerine giden yolculuğu anlatayım.

Kalkış saatine daha varsa yolculuk öncesi iskelede bekleyen simitçi, hemen yanında duran taze cevizci, az ötede buzlu bademci, biraz daha ileride de mısırcı ile açılışı yapabilirsiniz. Bana tercihimi soracak olursanız "Bana oradan bir köz mısır verir misiniz? Mısır taneleri dişlerime takıla takıla yiyeceğim, koca sene şu yaz aylarının mısırını bu kadar beklemişim!" derdim.

"Hanımlar Beyler bu elimde gördüğünüz…" işte bu ses senelerce aynı ses. Adalardaki evlerin çoğunda bu sesin hararetini kapılıp alınan limon sıkacakları, sebze doğrayıcılar, bıçak setleri vardır. Bu ses sayesinde İstanbul'da marketlerde görüp dönüp bakmadığımız ürünlere aniden çok ihtiyaç doğardı. Adanın yokluğundan mıdır nedir bilmem, Burhan Demircan'ın nam-ı diğer Burhan Pazarlama'nın her sattığı -hatta düz bir kalem bile- ilginç olurdu. "Bitti mi bitmedi" o aletin yetenekleri bitmezdi.

Asıl şamata bu değil tabii, asıl olay balık çekilişi. Genelde erkekler katılır bu çekilişe. Akşamüstü evlerinin yolunu tutan adalılar için en büyük sosyalleşme aktivitelerinden biri budur. Bir kasa dolusu balık, yengeç, karides, ahtapot… Katılımcılardan toplanan -en son bıraktığımda 10 TL - bir ücret karşılığı çekilişe katılıyorsunuz ve ilk ada yani Kınalıada'ya yanaşmadan evvel çekiliş yapılıyor. Kazanan kasayı evine götürüyor. Ama ne heyecan ne gürültü!

Abudaraho'nun -Rumca mumlu balık yumurtası- da talibi çoktu. Resmen seyyar satıcı elinde havyarla gezerdi vapurda. Balık, rakı, meze kültürünün pek tabii yerleşmiş ada balkonlarında taze ekmek, üstü tereyağı ve abudaraho keyfi de başkaydı.

Aile büyüklerim anlatırdı: İstanbul'un üç simge gemisi vardı, mutlaka hatırlarsınız bunlar Fenerbahçe, Dolmabahçe ve Paşabahçe vapurları olmak üzere "Boğazın bahçeleri" olarak tanımlanırdı. Tüm adaları dolaşmayan, Kadıköy'e uğramayan adalıların tercih ettiği bu vapurlar, diğer gemilere göre daha büyük ve gösterişliydi. Özellikle lüks mevkide Amerikan barında içki ve buzlu badem servisi olurmuş. Yaşım yetmedi, denk gelemedim, ne büyük keyif!

Çocukluğumda atıştırmalıkları da boldu vapurların. Koni külahların içinde Amerikan fıstıklar, kağıt helva, Osmanlı macun şekeri. Hatta zaman zaman Uludağ'da da karşıma çıkan "aşşşırı kaliteli kestane" şekerci ve pişşşşşmaniyeci. Sesleri hâlâ kulağımda. Vapurdan iner adalarda dolaşırlardı. "Terlikçi, ayakkabı terlik" sloganından sonra "tazeler galeta" nasıl beni uyandırırsa sabahları, akşamüstü de pişmaniyeci, kestane şekercinin sesi yankılanır ada sokaklarında. Şimdilerde hep daha sessiz, daha sakin sokaklar, vapurlar.

Neyse ki soğuk su, limonata, çay, gazoz, kola, ayran tepsisi hâlâ ortalıkta dolaşıyor. Çay hâlâ aynı el yakan, incecik, küçük çay bardaklarında geliyor ve sen ne kadar "açık olsun" desen de hep bol demli oluyor, yanına da zorda kalınca aldığım tek kaşarlı, içi hafif boş, sandviç ekmeğinde tost hâlâ bol tereyağlı yoksa margarinli mi? Ortasını yer, kenarlarını martılara atarım.

Vapur deyip geçmemek lazım işte, burası bir yaşam alanı biz adalılara. Hızlı, ruhsuz deniz otobüsünün aksine tarih dolu vapurda denizin ortasında süzülerek keyif yapmak her zaman başkadır. Arkanda kaosu bırakırsın ve kurtarılmış bölgeye doğru yola çıkarsın.

Benim için kara göründü, leziz nostaljik anılarımla noktayı koyuyor ve evime gidiyorum. Geçen şu kara kıştan, bahardan sonra tek dileğim geç de olsa güzel ve sağlıklı bir yaz olması!


Bu yazının farklı bir versiyonu gastereamag.com'da yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Eski bir İstanbul lezzeti: Fincan Böreği

Fincan böreğinin tarihçesi Osmanlı dönemine kadar uzanıyor ve ilk defa 17. yüzyılda, Muhammed Murad Buhari'nin Sohbetnamesi'nde görülüyor

Sefarad Mutfağı'nın en tasarruflu yemeği

Çocukken kaşkarikas ne komik isimdir diye düşünürdüm hep

Gaya balığı geldi madame!

Yakalandı mı çabuk bozulurdu bu balıklar, bu sebeple içinde deniz suyu olan leğenlerde satılırdı. Kahverengi, kaygan derisinin içinden beyaz yumuşacık bir et çıkardı