05 Mart 2023

Sadakat mi, liyakat mi?

Coğrafyamızda güce, lidere, korkulan yetkeye sadakat odaklı gelişen kariyer yönetimi gelişmiş ülkelerde yerini liyakate, ihtiyaç duyulan pozisyona olan uygunluğa, kifayete bırakıyor

Sakın karşılaştırma yaptığımı ve bu iki kavramdan birini diğerinden üstün tutmaya çalıştığımı zannetmeyin! Benim irdelemek istediğim sadece insanı insan yapan erdemler arasında olan sadakat ile liyakat kelimelerinin toplumu ilgilendiren görevlendirmeler üzerinden değerlendirildiğinde farklı çıkarımlarda karşılık bulup eksikliğinde kalıcı yaralar açabiliyor olması.

Dilimize geçtiği Arapçada "sıdk" kökünden gelen "sadakat" kelimesi niyette dürüstlük, söz ve davranışların doğru - gerçeğe uygun olması anlamında bir ahlak terimi olarak da kullanılıyor. Sadakat kelimesini etimolojik olarak inceleyen çalışmalarda kelimenin Hint Avrupa kökenli olduğu, meşe ağacını sembolize eden "dereu"dan geldiği de ifade edilmekte. Günlük hayatımızda daha çok sorgulamadan itaat, akıl yoluyla irdelemeden peşinden gitme, yorumlamaya çalışmadan ikna olma, her yönüyle kabullenme ve yargılamadan bağlılık gösterme gibi anlamlarda hatırladığımız bu tabir M.Ö 650 yılında Olmec Medeniyeti tarafından da kullanılıyormuş.

Liyakat ise en uygunun, en doğrunun, yeterliliğin, yeteneğe ve kişinin sahip olduğu donanıma uygun olarak görevlendirmelerde çıtayı her zaman yükseğe taşımış, uyulduğunda her zaman çok olumlu sonuçlar vermiş bir olgu. Bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluğunu ve o işe yaraşırlığını tanımlayan Arapça kökenli bu kelime yüzyıllar boyunca lâyık olma, uygunluk, lâyık olmaya sebep teşkil eden yeterlilik, kifayet gibi anlamlarda kullanılmış.

Eski çağlarda sadakat

Yunan ve Roma medeniyetlerinde sadakat kavramı, insanın temel erdemleri arasında görülmüş, Roma'da "fides" kelimesi ile karşılık bulan bu kavram, mevcut inanç sisteminde erdemlerin kaynağı görülen tanrılarla ilişkilendirilmiş; insanın içindeki yaratıcı güç olarak tasavvur edilmiş. Bu ifade şekli sadakat kavramına vurgu yapan derin bir anlamı da içerdiği gibi, Roma devletin vatandaşlarının devlete bağlı olduğunu, gerektiğinde canlarını feda edebilecek şekilde cesur davranabileceklerini de gösteriyormuş.

Eski Yunan'da liyakatle yükselen liderlere olan saygı toplumsal bağlılığı güçlendirmiş. Maraton Savaşı'nda Perslere karşı büyük bir zafer kazanan Miltiades (MÖ 550 - MÖ 489) en üst mertebelerde devleti yönetmesinin gücünü yeteneklerinde ve liyakatle yükselmesinde bulmuş. Çok soylu bir aileye mensup olmasına karşın Anaksagoras ve Zenon gibi dönemin ünlü filozoflarından aldığı derslerle kendini yetiştirerek Atina'yı bir deniz imparatorluğu haline getirip ülkesine parlak günler yaşatan Perikles ( MÖ 495-429 ) gibi liyakatle görev yapan liderler zamanla ortadan kaybolunca sistem yara almaya başlamış. Platon, Aristoteles, Xenophon ve Isocrates gibi 4. yüzyılın önemli düşünürleri siyasi rejimleri iyileştirmenin yollarını "erdem" odaklı olarak görmüşler, bilgi ile erdemi birleştirerek alanında yetkinleşen kifayetli isimlere yetki verilmesini savunmuşlar.

Verilen söze sadık olunmadığı durumlarda evrensel düzenin kurucusu ve koruyucusu olan tanrıların toplumsal yaşama müdahale edeceğine inanılan çok kutsallı Antik Roma sosyal yaşamında sadakate uyulmadan hareket etmenin cezası tanrılara kurban edilmek olarak fiiliyata geçirilmiş. Tüm kültürlerde yaş, statü ve cinsiyet gibi etmenlerden bağımsız olarak doğruluk üzerinden tanımlanan sadakat terimi zaman içinde teolojik alanın düşünsel boyutundan hukuk alanına geçmiş, "bona fides" şeklinde ticari hayata girerek, günümüze dek ulaşan dürüstlük kaidelerinin oluşumunda aktif rol oynamış.

Siyasi ve ideolojik yakınlığın bazı kişilerin önünü açtığı "kayırmacılık" toplum vicdanında yara açıyor.

Asya inançlarında sadakat ve liyakat

Yönetiminde görev alanların sadakat yanında kifayet gibi o göreve uygun olma hâli taşımasını öngören Konfüçyüs'ün felsefi değerleriyle Taozim ve Budizm'in temel erdemleri arasında gösterilmesi bugün yaşadığımız sorunların yüzyıllar öncesinde akıl sahibi olanlar tarafından düşünüldüğünü de göstermekte. Asya inançlarında toplumu oluşturan bireylerin liyakat içinde ahlaki anlamda yüksek değerlere sahip olması halinde o ülke sınırları dâhilinde düzenleyici kanunlara gerek duyulmayacağı bile ifade edilmiş.

Gün gelmiş, politik yaşamda sadakatsizlik kavramı, daha yerinde bir ifadeyle sadık olmama hâli, hainlik sıfatı şeklinde suçlayıcı şekilde kullanılmış; siyasetin temel dinamiği içinde bir tarafa sadık olmak diğer tarafa ihanet olarak addedilme gerçeğini içinde barındırmış. İşte bu yüzden de çoğu kez seçme şansı tanımayan sistemlerin varlığıyla toplum hayatında liyakatle sadakat birbirinden ayrılması zor kalıplara bürünmüş. Bir kuruma ya da kişiye sadık olma hâli, çoğu zaman sadakat duyulan öznenin her hükmünü, yaptıklarını ve hareketlerini toptan kabul etmek yükümlülüğünü beraberinde getirdikleri akıl yoluyla sorgulamayı içermediği için hangi değerden dolayı ve kime karşı duyulduğu sadakat duyulacağı her dönem kritik önem taşımış.

Asya inançları, görevlendirmelerin liyakat içinde yapıldığında kanunlara bile gerek duyulmayacağını savlamış.

Osmanlı'da sadakat

Birinin başka bir kişi veya topluluğa, ideal ile ilişkilendirdiği herhangi bir nesneye bağlılığını ifade eden bu terim Osmanlı devlet yönetiminde "muktedir" ve "sadık" sözcükleriyle eş anlamlı olarak ifade edilmiş, "kulluk" ve "bağlılık" anlamlarına gelen ubûdiyet kelimesi ile beraber kullanılmış. Görünen o ki, varlığını hem düşüncede hem de eylemde göstererek farklı formlara da bürünebilecek bir mahiyette olan sadakat sözcüğü vahşi ve mantıksız hale geldiğinde fanatizme, gönülsüz kabullenme özellikleri gösterdiğinde ise teslimiyete dönüşebilecek şekilde uçları açıkta kalan bir ifade! 

Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar işin ehlinin görev başına getirildiği devlet bürokrasisi içinde önemini koruyan liyakat, sonrasında yerini yavaş yavaş kişisel çıkarlara, iltimas ve kayırmacılığa bırakmaya başlamış. Osmanlının duraklama ve gerileme dönemlerinde sorumsuz, yeteneksiz, kifayetsiz kişilerin söz sahibi olması öncelikle askeri ve siyasi alanlarda birtakım başarısızlıkları beraberinde getirmiş; isyanlarla huzursuzluklar toplumun tüm katmanlarına inmiş.

Yerlerini bilgiyle dolduramayan ilmiye sınıfına mensup hocaların, kadıların, müftülerin hırs ve rekabetle birbirleriyle uğraşıp daha üst mertebelere ulaşabilmek adına hileli yollara başvurmaları toplum düzenine zarar vermiş, yeniçeri ocağı görevi dışında menfaat sağlayabileceği uygunsuz işlerle ilgilenmeye başlamış. Köklü bir geçmişe sahip olan tımar sistemi bozulmuş, beylerbeylikleri ve kazalar şahsî çıkarlarını gözeterek tutkularıyla savaşamayan, zorba, bilgisiz, düzensiz, ehliyetsiz kişilerin güdümünde kalmaya başlamış.

Devlette geriye gidişin, yani bir bozulmanın yaşanmasına hukuksal bir düzen getirmeye çalışan Tanzimat Fermanı, kurallara uyulmamış olunmasının yaşattığı acı reçete olarak ortaya çıkmış; yaşananların başlıca nedenleri ve çözüm yolları işaret edilmiş. Tanzimatla birlikte yeni bir işlerliğe dönüşen kamu yönetimi faaliyetleri kanun ve nizam felsefesi dâhilinde yeni bir forma kavuşturulmaya çalışılmış; kuralların uygulayıcısı konumunda bulunan personellerin niteliğinde liyakat sorgulanmış; işe uygunluğun yeniden ön plana çıkarıldığı bir memur modeli oluşturulmaya çalışılmış. Kaynaklardan en fazla verimi alabilme adına, devletin kendisine hizmet edecek insan kaynağı üzerinde niteliği arttırma, zamanın gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip bir iş gücü yaratma sürecinde sadece sivil bürokraside değil, askerlik hizmetinde de yeni kurallar belirlenmeye çalışılmış.

Fransız Devrimi devlet yönetimine sadakate dayalı çöreklenen soyluluğu çöpe atmış

Ortaçağ boyunca din adamlarının liyakate dayalı olmayan yönetimi ve toplum üzerindeki skolâstik baskısı Reform - Rönesans ile nefes almaya çalışan Batı Dünyasına temiz bir soluk aldırmış.

Fransız Devrimi'nde yayınlanan "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi" uyarınca bütün yurttaşların memuriyete girme hakkının olduğu, hizmete alınırken yetenek ve nitelik dışında herhangi bir ayrıma mahal verilmeyeceği yönündeki karar elitlerin toplum yönetimi üzerinde egemenliğini ortadan kaldırmış.

Amerikan iç savaşı liyakat tartışmalarını sıcak tutmuş, en dip seviyeden yapılanmaya çalışan yeni kıtanın bu büyük ülkesinde ve İngiltere'de 19. yüzyılın sonlarında devlet yönetiminde görev alacaklarda aranacak nitelikler belirlenmeye başlanmış. Artık kayırmacılığı ve ganimet sistemini ortadan kaldırmaya yönelik olarak işe alınacak kişilerin sınava sokulması ve gösterecekleri performanslarına göre görevlendirme yapılması düşüncesi toplumsal normlarda herkes tarafından benimsenen bir uygulamalara dönüşmüş.

Sonrasında başlayan sanayi devrimi sürecinde Batı Dünyasındaki işe alımlarda özellikle aranan yetenek, bilgi, uygunlukla birlikte yapacağı işe uyumlu olma faktörleri "liyakat" çerçevesinde hareket edilmesini zorunlu kılmış.

O güne kadar soyluların, aristokratların, prenslerin şık üniformalar ve özel yapılmış kılıçlar, aksesuarlar içinde birbirlerine taktıkları rütbelerle yönetmeye çalıştıkları ordular Osmanlının da içinde olduğu Kırım Savaşı sırasında düşman karşısında bocalayınca askerlik mesleğinin eğitimle donanmış ve sadece tecrübeyle önemli rütbelere yükselebilecek kişilere liyakat içinde emanet edilebileceği gerçeğini ortaya çıkmış.

Lütfen bağlantıyı siz kurun; Hakkari Üniversitesi Rektörlüğü Otel, Lokanta ve İkram Hizmetleri konusunda yetiştireceği öğrencilere Nasturi mezhebi konusunda doktora yapmış bir öğretim üyesi arıyor.  

20. yüzyılın ikinci yarısı liyakatin Batı toplumunda tartışılmaya açılmasına yol açmış

İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkımdan çıkmak için Avrupa'da kurulmaya çalışılan modern demokratik toplum düzeninde aranan tek meşru hiyerarşi biçimi liyakat olmuş. Dünya görüşü, etnik – toplumsal kökeni ve inancı ne olursa özgürlükçü – demokratik düzen kuruluşu içinde arayışı olan toplumlar zeki, konusunda eğitimli, toplumun her kesimini kucaklama ruhuna sahip, çalışkan, hünerli kişiler tarafından eşit şartlar altında yönetilmek adına tutucu ve ayrımcı düşüncelerden ayrışmaya çalışmışlar.

Liyakat içeren "ehliyet, değer, önem, kıymet, övgü ya da ödüllendirilmeye lâyık olma" terimleri Batı dillerinde Latince "bir şeyi hak etme ve bir şeye değer olma" anlamlarına gelen "merit" sözcüğünden türeyerek geçmiş. İlk kez İngiliz sosyolog ve İşçi Partisi üyesi Michael Young tarafından 1958 yılında "The Rise of the Meritocracy" adlı romanda öne çıkarılan meritokrasi kavramı kamu hizmetine girmenin ve kariyer yaparken yükselmenin sınavla - şahsi değerlendirmeyle olmasının şartlarının belirlenmesini öngörüyormuş. Young'ın ortaya attığı liyakat önermesi, hem savunanları hem de eleştirenleri kimin seçkin okullara gireceği, devlet kademesinde veya sivil organizasyonlarda kimin terfi edeceği, yöneticilerin seçkinlerden mi yoksa zeki, ahlaklı, çalışkan, iyi eğitimli kişilerden mi oluşacağı konusunda düşündürtmüş.

İngiliz sosyolog Michael Young kamu hizmetine girmenin ve kariyer yapmanın sınavla ve şahsi değerlendirmeyle olmasını "meritokrasi" kavramı üzerinden savunmuş.

Gelişmiş ülkelerde kamu görevlerine girmek eşitlik ilkesi gereğince bir vatandaşlık hakkı olduğu için adayları birbirinden ayıran tek koşul bilgi ve becerileri olmuş; tüm adaylara fırsat eşitliği sunularak objektif bir yarış neticesinde ilgili pozisyona en iyinin alımı gerçekleştirilmeye çalışılmış. 

Liyakat görevlendirmelerde bilimin ışığı içinde hareket etmenin, bilimin gerekli gördüğü adımları atabilecek görevlilerin iş başında olmasını gerekli kılıyor. Liyakatle yerleştirmek yaratıcılığı da etkileyen bir ivme! Bilimsel verimliliğin göstergesi olabilecek uluslararası düzeyde patent başvuruları içinde, yolsuzlukların tavana vurduğu devletlerle İslam ülkeleri içinden olanların sayısı diğerleriyle kıyaslandığında çok geri durumda! Katılır mısınız bilmiyorum, yaratıcılığa ortam sağlamak için bilinmeyene açık olma, mevcut olmayanı akıl yoluyla ele geçirmeye çalışmak gerekiyor. Yani bilimin ve aklın öngördüğü şekilde hareket etmek...

İdeolojik vefa duygusu içinde kayırmacılık, hak edenin emeğine olan haksızlığı gelecek nesillere taşıyor, gelecekte topluma hizmet edecek gençlerin ümidini kırıyor. Zaten körü körüne sadakat gösterme bir şekilde kendinden, özgür düşünme iradesinden vazgeçip, itaat ağırlıklı olarak kendi öz düşüncelerine ihanet etme hali gibi değil mi! Görünen o ki, ülkemizde de son "alnı secde görüyor" diye uygun olmayan kişilere dağıtılan mevkiler vicdanlarda oldukça rahatsızlık yaratmış durumda! Unutmayalım ki, Lucius Annaeus Seneca'nın dediği gibi, para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. 

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Liyakatın olmadığı devlet işleyişinde bazılarına tanınan kolaylıklar bazıları için engellere dönüşmüş. 
 

https://www.stcoema.org/index.php/about-us/em-history/

https://www.preventionweb.net/walk-though-history-disaster-risk-reduction

https://lawliberty.org/book-review/meritocracy-ancient-and-modern/

https://www.ugtabharat.com/70414/

https://www.drishtiias.com/hindi/to-the-points/paper4/aptitude-and-foundational-values-for-civil-service/print/manual

https://www.meshursozler.com/meshur-sozleri/486-lucius-annaeus-seneca-sozleri.html

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… 

Yazarın Diğer Yazıları

Mantarın evrimsel öyküsü

Mantarlar, İlk Çağ’da "Tanrıların Yemeği" olmuş, “Yaşam İksiri” olarak değerlendirilmiş

Şişe mantarının öyküsü

Bir tür meşe ağacı kabuğundan doğal yollarla elde edilen “mantar” ilk olarak Eski Mısır’da kullanılmış

Turpun tarihi

Turpun büyüğü de küçüğü de tarih boyunca önemli işlevler üstlenmiş hem karın doyurmuş hem tanrılara adanmış hem de bünyeyi temizlemiş, parazitleri söküp atmış

"
"