10 Eylül 2023

Gazete koleksiyonlarında eylül ayı gündemleri

1829 yılında bir Amerikan gazetesi, Sultan II. Mahmud'un Türk kadınlarının sosyal hayata karışmasını istediğini yazmış

9 Eylül 1829 tarihli The Massachusetts Spy Gazetesi, Amerikan'ın Osmanlı'nın önemini fark ederek diplomatik ilişki kurmaya çalıştığı bu yıllarda bir muhabirinin İstanbul gözlemlerini ayrıntılı olarak ön sayfadan vermiş. Yazıda kısa süre önce bağımsızlığını kazanan Yunanistan'dan, Napolyon'un çöküşünden, Arnavut isyanından, Vahabilere karşı savaşılarak Mekke ve Medine'nin geri alınmasından ve Rus İmparatorluğu ile savaşın eşiğinde olunduğu uzun uzun anlatılmış.

Pera'da yaşayan İngiliz banker Mr. Black'ın kır evini ziyaret eden ve orada bulunan Hristiyanlarla samimi bir şekilde sohbet edip (daha önce hiçbir Türk sultanının yapmadığı şekilde) akşam yemeğine kalan Sultan II. Mahmud'u dönemin en olağanüstü kişiliklerinden biri olarak tanıtan yazıda ilginç karakter analizlerine de yer verilmiş.

Sert ve titrek adımlarla yavaşça sekerek yürüyen harikulade bir Arap atının üstünde halkın içine çıkan II. Mahmud'un sakin karakterini çukur gözleri, insan tutkularının izini taşımayan kibirsiz kişiliği ve görkemli nüfusu tamamlıyor, uzun siyah sakalının arasında hafifçe yukarı kalkmış burnu zor görülüyormuş. Muhabirin şahit olduğu şehir içindeki bu yürüyüş, Avrupa'daki gibi alkışlarla, haykırışlarla değil saygıyla dolu sessizlik içinde gerçekleşmiş.

Sade kıyafetini süsleyen elmas kaplı tüyü ve kürkü olmasa neredeyse yüce unvanı fark edilmeyecekmiş. Yazar okuduğu bir Paris gazetesinde Sultan'ın imparatorluğunun tüm kötü uygulamalarına karşı reformlar yapmaya kararlı olduğunu, özgür basına güvendiğini yazmış. Yazılanlara göre Sultan II. Mahmud Türk kadınlarının daha fazla hapis edilmemesini emrettiği için kamusal alanda Fransız eldivenleriyle korseler giyen haremindeki kadınlarla bakanların - yüksek kademeli memurların eşleri değişime örnek teşkil ediyor, halkın büyük bir kısmı şaşkınlığa uğrayarak gözlerine inanamıyormuş.

1829 yılında bir Amerikan gazetesi, Sultan II. Mahmud'u anlatmış, onun Türk kadınlarının sosyal hayata karışmasını istediğini yazmış.

19. yüzyılın ilk yarısındaki Türk - Amerikan İlişkileri

1 Şubat 1830'da Kaptan James Biddle, David Offley ve Charles Rhind'dan oluşan ABD'li heyetin Türk Hariciye Nazırı'na güven mektubu sunmasıyla başlayan resmi görüşmelerde iki devlet arasında bir seyrüsefer ve ticaret anlaşması görüşülmüş. Ardından Amerika Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış Amiral David Porter Maslahatgüzar sıfatıyla İstanbul'a atanmış.

Başarılarla dolu yaşamında çok sayıda filoya komuta eden David Porter, Porto Riko'da korsanlığı önlemeye çalışırken inisiyatif kullanarak yaptığı bir eylem nedeniyle askeri mahkeme tarafından yargılanınca istifa etmiş; Meksika donanmasın başına geçerek İspanya ile savaşmış. Ülkesine döndükten sonra 1830 yılında ABD başkonsolosu olarak Cezayir'e atanan David Porter kısa bir süre sonra İstanbul için görevlendirilmiş. 13 Eylül 1831 tarihinde güven mektubu sunması sonrasında Osmanlı İmparatorluğunda ilk Amerikan Sefarethanesi İstanbul'da Pera'da açılmış.

İstanbul'da kaldığı 12 yıl boyunca iki ülke arasında yeni yeni kurulmaya başlayan ilişkileri geliştirmeye çalışan David Porter, 3 Mart 1843 tarihinde İstanbul'da vefat etmiş; cenazesi törenle ülkesine gönderilmiş.

Önemi fark edilen Osmanlıya Amiral David Porter Maslahatgüzar sıfatıyla atanmış; 13 Eylül 1831 tarihinde ilk Amerikan Sefarethanesi İstanbul'da Pera'da açılmış.

Amerika'ya gönderilen ilk Osmanlı hükümet yetkilisinin ABD Başkanı tarafından kabulü gazete sayfalarında

 28 Eylül 1850 tarihli haftalık "National Intelligencer" Dergisi, Amerika'ya ayak basan ilk Osmanlı hükümet yetkilisinden bahsediyor. Yazıda Osmanlı İmparatorluğu Sultanı'nı temsil eden Emin Bey'in bakanların, birkaç tanınmış kişinin olduğu bir ortamda, Dışişleri Bakanı tarafından ABD Başkanı huzuruna çıkarıldığı yazılmış.

Emin Bey yaptığı konuşmasında Osmanlı İmparatorluğu Sultanı'nın, hükümeti tarafından Yeni Dünya'nın Büyük Cumhuriyeti arasındaki barış ve dostluk ilişkilerini güçlendirmek amacıyla Amerika Birleşik Devletleri'ni ziyaret etmek üzere görevlendirildiği için onurlandığını söylemiş. Ülkeler arasındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, ticaret ve seyahat imkânlarının artmasının ülkeleri birbirine yaklaştıracağını ifade etmiş. Kendisine gösterilen misafirperverliği, hizmetkârı olduğu Osmanlı Sultan'ının ve Hükümeti adına sevgi ve saygı ile karşılandığının bir göstergesi olarak kabul ettiğini söylemiş.

Başkan Millard Fillmore da kabul töreninde yaptığı konuşmada, birkaç ay önce Osmanlı'nın bir kamu temsilcisi gönderme niyetini bildirdiğini, Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin bu bilgiyi memnuniyetle karşıladığını ve bugün de bu beklentiyi gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadığını söyleyerek konuşmasına başlamış.

"İstanbul'un güzel Boğaz'ından, tarihi zengin olan bir ülkeden barış ve dostça bir araştırma göreviyle Atlantik'in batı sahillerine geldiğiniz için Amerikan hükümeti ve halkı adına size hoş geldiniz diyoruz! Ülkemizin, eğitim - öğretim sistemi, ticaret düzenlemeleri, ulusal savunma araçları – organizasyonu- donanımıyla ordu ve donanmamız sizin incelemenize açıktır; yetkin memurlar size eşlik etmek üzere görevlendirilecektir," demiş.

Konuşmasında sakatların, fakirlerin, akıl hastalarının, körlerin ve acizlerin yardımına yönelik olarak yapılan çalışmalarla büyük kanal - demiryolu ve iletişim hatlarını gözlemlemenin, özel girişimin ürünü olan üretim tesislerini ziyaret etmenin avantajlarından bahseden Başkan Fillmore, Amerikan tarımının buğday, mısır, pirinç, pamuk ve tütün ürettiği geniş tarlalardan bahsetmiş.

Emin Bey tam altı ay boyunca Amerika'yı gezmiş, donanmayı, sanayiyi, eğitimi, tarımı ve idari sistemi gözlemlemiş, rapor halinde Osmanlı'ya sunmuş. Raporda gösterilen ABD'nin yükseliş trendi fark edilmiş olacak ki, Yeni Kıtada ilk fahri Osmanlı konsolosluğu Mayıs 1858'de açılmış.

28 Eylül 1850 tarihli haftalık “National Intelligencer” Dergisi, Amerika'ya ayak basan ilk Osmanlı Hükümet yetkilisi Emin Beyin ABD Başkanı tarafından kabul edildiğini yazmış.

Amerikan Elçiliği'nde bir derviş

İlginçtir, Emin Bey ile ABD başkanı arasındaki konuşmaları çeviren John Porter Brown, 20 yıl önce İstanbul'a gelen David Porter'ın yeğeni olmanın yanında İstanbul'daki Amerikan temsilciliğinde görevli bir memurmuş.

John Porter Brown İstanbul'u ve Türkleri öylesine sevmiş ki, kısa bir süre içinde Türkçe öğrenmiş, Galata Dervişanesi müritleri arasına katılmış ve yaşamının kalan kısmını Türk Kültürü ile uyumlu olarak geçirmiş. Edebî meclislerde şiir sunumları dinlemiş, kahvehanelerden konaklara, devlet dairelerinden bekâr odalarına kadar türlü mekânlarda bulunmuş.

The Dervishes on Oriental Spiritualism (Doğulu Spiritüalizmin Dervişleri) kitabıyla anıları günümüze ulaşan John Porter Brown, Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde metinlerde geçen kelimelerin içeriklerini doğru değerlendirmek adına Hariciyenin gizlice başvurduğu, fikrini sorduğu isim olmuş.

Amcası David Porter'dan sonra İstanbula memur olarak atanan John Porter Brown, Türkçe öğrenmiş, halkın arasına karışmış, Galata Dervişhanesinin müdaimlerinden olmuş.

Birinci Dünya Savaşı'nda Alman ordusu kehanet çubuğuyla su aramış

Koleksiyonumdaki 1 Eylül 1915 tarihli "The İllustrated War News" dergisinde gördüğüm bir resim -hâlâ devam eden ilginç bir inanışın- savaş şartlarında da uygulandığını gösterince detaylı araştırma yapmak ve sizlere aktarmak istedim. Londra'da çıkan dergi, bir Alman gazetesinden aldığı haberinde, Alman ordusunun Doğu cephesinde "kehanet çubuğu" ile su aradığını yazmış, görselini de paylaşmış.

Genellikle "Y" şeklinde çatal olarak yılın belli bir gününde kesilmiş fındık ağacı dalından yapılan bu çubukla su aranması habere göre, batıl inanışlarla ilişkilendirilse de, bazıları tarafından bilimsel kabul ediliyor (!) yüzyıllardır da kullanıyormuş.

Merkür değneği, kehanet çubuğu, Harun asası olarak anlatılan bu çatallı değnek, Latincede virgula divina, baculus divinatorius, baget divinatoire ve caduceus kelimeleriyle anılmış; elma ağacından, bazen demirden, hatta pirinç ile bakırdan da yapıldığı olmuş.

Binlerce yıldır batıl gücüyle insanları peşinden sürükleyen bu kehanet değneği zaman zaman üç kez Güçlü Hermes'in elinde görülmüş, bazen de su perisi "Virga" çatal çubukla tasvir edilmiş. Kimi bu kehaneti Musa ile ilişkilendirmiş, kimi de Konfüçyüs'e kadar geriye götürüp öyküler düzmüş. Tarihsel kaynaklarda yazıldığına göre, 1. yüzyılda su, değerli maden, tuz, hazine aranan bu değnekle zaman süreci içinde suçluların tespiti bile yapılmaya çalışılmış.

Bilimsel bilginin yeterli olmadığı, teknolojinin yeşermediği yıllarda doğaya karşı kendini çaresiz hisseden insan, her çağda etrafındaki tüm imgelere bazı anlamlar yüklemiş ve doğaüstü güçleriyle inaklarına başkalarının da itibar etmesini istemiş.

Emlak kiraları neden düşüyor?

23 Eylül 1934 Tarihli Vakit Gazetesi İstanbul'da düşen emlak kiralarını sayfalarına taşıyarak sorunun nedenlerini irdelemeye çalışmış.

Haberde emlâk kiralarının birkaç yıldan beri mütemadiyen düştüğü belirtilerek örnekler verilmiş, dört sene öncesinde İstanbul'da 100 liraya tutulan apartmanların bugün ancak 75 liraya kiraya verilebildiği yazılmış.

Kiraların düşmesinin sebebini o yıllarda yaşanan küresel ekonomik buhrana bağlayan yazıda geçim sıkıntısına da dikkat çekilmiş. Evvelce bir-iki hizmetçi kullanan ailelerin evlerini kendi başlarına idare etmek zorunda kaldıkları, düzayak oldukları için kâgir evlere göre tercih edilen apartmanların bu tarzda yaşam biçimi seçenler için daha elverişli görülmesinin tercih nedenlerinden biri olduğu yazılmış.

İlginçtir, o yıllarda İstanbul nüfusu artmıyor, bilâkis her sene biraz daha eksiliyormuş. İhtiyaçtan fazla yapılan evlerin kira düşüklüğünde ciddi tesiri olduğu için yapılan her apartman İstanbul'un mevcut emlâk kıymetlerini mütemadiyen kemiriyor ve eksiltiyormuş. Gülelim mi, üzülelim mi bilemedim; düşünsenize, o yıllarda insanların sorun olarak algıladıkları şeyler nasıl da farklıymış.

1934 Yılında İstanbul'da kiralar düşüyormuş.

1935 yılında Peyami Safa medeniyetinin hak, hukuk ve mesuliyet fikrinin oluşmadığı yerde yeşermeyeceğini yazmış

9 Eylül 1935 tarihli Tan Gazetesinde Peyami Safa, medeniyeti başucumuzda yanan ampul, sağımızda dönen vantilâtör, makine, telefon, otomobil, uçak olarak görürseniz aldanırsınız, diyerek bunların bedeli ödendiğinde İran'da da, Turanda da, Afganistan'da da, Sudan'da da, Habeşistan'da olabileceğini, medeniyet fikrinin teknolojiyi kullanmak değil, teknoloji üretmekle gelişebileceğini yazmış.

Medeniyet fikrinin bir ülkede yeşermesinin doğayı anlamaya ve mücadele etmeye çalışan insanın yaşama isteğini, şerefini, haysiyetini, ve tüm haklarını tanımanın, güvence altına almanın ilk şartı olduğunu belirten yazar, bu ahlakın olmadığı topraklarda harcanan paraların konfor getirse de medeniyet getirmeyeceğini belirtmiş.

Ta o yıllarda Batı medeniyetin sadece konfordan ibaret olmadığını belirten Peyami Safa, hakların, görevini liyakat içinde yapmanın, sorumluluk taşımanın oluşmadığı ülkelerde harcanan paraların yaşam kalitesini biraz arttırsa da medeniyeti getiremeyeceğinin altını çizmiş. Bir tek vatandaşının da olsa haklarına, yaşam tarzına ve fikir özgürlüğüne saygı beslenmeyen ülkelerde makinist, elektrikçi, şoför çıkabilir ama Edison gibi, Markoni gibi kâşif çıkmaz diyerek bilim üretmenin sosyal şartlarına dikkat çekmiş.

9 Eylül 1935 tarihli Tan gazetesinde Peyami Safa, hak ve hukukun olmadığı yerde medeniyetinin yeşermeyeceğini yazmış.

Demokrat yemiş: Ayva

14 Eylül 1935 Tarihli Tan gazetesi ayvayı "en demokrat yemiş" olarak tanıtarak bunu ucuzluğuna ve mevsiminin uzun olmasına değil, Eski Yunan'daki demokrasi denemelerine ve "Solon Kanunlarına" bağlamış.

MÖ 600'lü yıllar ile MS 5. yy arasında geçerli olan Solon Kanunlarına göre eski Yunan'da evlenme düğünlerinde mutlaka ayva bulunması gerekliymiş.

Ekonomik krizlerin nedenini doğrudan borçla ilgili gören "Solon" kanunlarının geçerli olduğu yıllarda herkesin borcu iptal edilmiş, borcu yüzünden köleleştirilenler serbest bırakılmış, insan özgürlüğü üzerinden borçlanma yasaklanmış. Solon Kanunları Atina'nın ticaretini ve üretimini büyütmüş, ülke ekonomisini güçlendirmiş. Bununla da kalmamış, bugün ağaçlarını keserek altındaki değersiz kömürden medet umduğumuz zeytinyağı dışındaki ürünlerin ihracatı yasaklanmış, daha geniş coğrafyalarda satın alma gücü olan yeni Atina parası basılmış, ağırlık ve ölçü standartlarında reform yapılarak zanaatkârlara teşvikler verilmiş.

Hal böyle olunca Yunan filozofları kutsal Venüs'ün ayva kokusundan hoşlandığını söylemişler, lokman hekimler iştah açıcı özelliğiyle birlikte sıtmadan bağırsak enfeksiyonlarına kadar çok çeşitli sağlık sorunlarında çare olarak ayvayı göstermişler.

17. yüzyılda Osmanlı ile savaşan Avrupalılar, Türk oklarının zehrinden kurtulmak için yaraların üzerine çiğnenmiş ayva koyarlarmış. Yüzyıllar boyunca ayva nezleyi düzelttiğine, saçları uzattığına, hamilelikte yenen ayvaların çocukları akıllı ve güzel yaptığına inanılmış. Yüzyıllar boyunca suda bekletilen ayva çekirdekleri saçları parlak tuttuğu düşüncesiyle kişisel bakımda kullanılmış, kaynamış kabuklarının sinirleri yatıştırdığına inanılmış.

Ayvanın demokratlığı yazıldığına göre az çeşidinin olmasına, hem zenginin hem de fakirin sofrasına aynı ayvanın eşlik ettiğine bağlıymış. Yazıldığına göre ne kadar zengin, kudretli, soylu ya da yoksul olunursa olunsun herkes ekmek ayvası ile limon ayvası arasından birini seçmek zorundaymış.

Geçmişin gazete sayfalarından geleceğe taşınan öylesine ilginç yazılar var ki, bazıları belki de o gün yaratmadığı ilgiyi gelecekte buluyor, büyük puntolar eşliğinde tatlı bir tebessüm, merak ve ilgi yaşatıyor.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

1935 yılı Eylül sayfalarında "ayva" demokrat meyve olarak irdelenmiş, tarihten örnekler verilmiş.

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83021206/1829-09-09/ed-1/seq-1/#date1=1770&sort=relevance&rows=20&words=Empire+Ottoman&searchType=basic&sequence=0&index=10&state=&date2=1899&proxtext=ottoman+empire&y=13&x=13&dateFilterType=yearRange&page=9

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83045784/1850-09-28/ed-1/seq-6/

https://www-gutenberg-org

https://tr.usembassy.gov/tr/our-relationship-tr/policy-history-tr/io-tr/

https://www.gastearsivi.com/gazete/tan/1935-09-03/2

https://www.gastearsivi.com/gazete/vakit/1934-09-23/3

https://www.gastearsivi.com/gazete/tan/1935-09-14/4

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı…

Yazarın Diğer Yazıları

Mantarın evrimsel öyküsü

Mantarlar, İlk Çağ’da "Tanrıların Yemeği" olmuş, “Yaşam İksiri” olarak değerlendirilmiş

Şişe mantarının öyküsü

Bir tür meşe ağacı kabuğundan doğal yollarla elde edilen “mantar” ilk olarak Eski Mısır’da kullanılmış

Turpun tarihi

Turpun büyüğü de küçüğü de tarih boyunca önemli işlevler üstlenmiş hem karın doyurmuş hem tanrılara adanmış hem de bünyeyi temizlemiş, parazitleri söküp atmış

"
"