01 Ekim 2023

Eski gazete koleksiyonlarından ekim ayı gündemleri

Geçmişin yaşanmışlık izleri eski gazete sayfalarından günümüze ışık tutuyor

İstanbul'a gelen bir gezginin izlenimleri Amerika'da yayımlanan 5 Ekim 1826 Tarihli Phenix Gazetesinin ön sayfasını süslemiş, uzaklardaki gizemli şehri okuyucularına tanıtmış. Haberi konu eden kişi bazı şeyleri fark edememiş, şehrin detayına girememiş olsa da, gönderdiği mektubunda 7 tepe üstüne kurulmuş olan şehri mükemmel bir amfi-tiyatroya benzetmiş; evler, camiler, kubbeler, minarelerle ve her yerde bulunan ağaçların güzelliğini şehri ara sokaklarının karmaşasıyla tezat bulmuş.

Amerika'da çıkan 5 Ekim 1826 Tarihli Phenix Gazetesi okuyucularına İstanbul'u tasvir etmiş.

Beşiktaş'ı Sultan'ın oturduğu yer olarak anlatmış, Üsküdar'dan, Kızkulesi'nden ve Boğaz'ın güzelliğinden bahsetmiş. Bir süre şehirde kaldığı belli olan bu kişi İstanbul'a biraz da önyargılı yaklaşmış, şehrin iç kısmını tiksindirici bulmuş. Belli ki tahta evler, dar - dolambaçlı sokaklar ve halk tarafından korunan köpekler onu yadırgatmış.

Ayasofya'dan, Dikilitaş'tan, At Meydanı'ndan, çeşmelerden bahsetmiş, bazılarını yanlış bilgiyle karıştırmış. Dediğine göre Sarayburnu şehre varıldığında kendini ilk gösteren yer olmasına rağmen pek çekici bir şeye sahip değilmiş. Topkapı Sarayı'nın yüksek bir duvarla çevrili bahçelerin ortasında bulunduğunu söylemiş ve sadece bu bölgede Sultan'ın hizmetinde 10 bin kişinin yaşadığını belitmiş. Tahminine göre İstanbul nüfusu 600 bin civarındaymış.

Şehrin karşı tarafından Tophane'den, Pera'dan, Galata'dan, Kasımpaşa'dan da bahsetmiş, burada yaşayan farklı milletlerden gelen yabancılarla konuşmuş. Avrupa ülkeleri elçilerinin ikametgâhı olmasının yanında şehrin ticaret bölgesi de burasıymış. Uzun süredir Türkiye'de yerleşmiş olan Frank ailelerinin hükümet tarafından tercüman olarak yetkilendirilmiş kişileri de burada yaşıyormuş.

Yazıda Haliç Tersanesi'nin görkemli yapısıyla limanında bekleyen 40 civarındaki savaş gemisinin iyi durumda olmamasından, mezarlıklara dikilen ağaçlardan, vefat etmiş kişilerin çiçeklerle yad edilmesinden, kahvehanelerde vakit geçirenlerden, kiliselerden ve dervişaneden bahsedilmiş.

1800'lü yılların İstanbulu ağaçlarla süslü, mezarlıkları çiçeklerle bezeliymiş.

Afrika'da kaybolan ünlü kâşif Livingstone basının gündeminde

1869 yılı Ekim Ayı -özellikle Amerikan ve İngiliz Gazeteleri için Afrika'da yıllardır kendisinden haber alınamayan, sırra kadem basan İngiliz kâşif Dr. David Livingstone'un bulunması haberleriyle dolu.

Olay şöyle gelişmiş: New York Herald Gazetesinin editörü James Gordon Bennett, o gün için astronomik düzeyde olan 60 binlik tirajını daha da arttırmak için işe yeni giren 28 yaşındaki Henry Morton Stanley'e ünlü kaşif Livingstone'un peşinden giderek ölü ya da diri olarak bulmasını ve yolculuğunu tefrika halinde yazmasını emretmiş. İngilizlerin kayıp Livingstone konusunda kayıtsız kalması bir yana iç savaş sonrası Amerikalılara sağlayacağı saygınlık da gazete sayfalarına yansıyacak değerler arasındaymış.

Yıllardır kendisinden haber alınamayan, İngiliz kâşif Dr. David Livingstone'nun bulunması Dünya basınının 1871 yılı Ekim ayı gündemi olmuş.

Stanley, 1871 yılında Zanzibar'a ulaşmış ve yerli halktan oluşturdu kılavuzları eşliğinde son derece donanımlı erzak kervanı düzmüş ve gerek yerel gerekse de modern silahlarla dolu bir konvoyla Afrika'nın içlerine doğru ilerlemeye başlamış. Yolda sıkıntılar, saldırılar yaşanmış, yardımcılarından ölenler olmuş. Stanley sıtma hastalığına yakalanmış. Büyük kayıp veren ekip sonunda Ujiji'ye ulaşmış. Henry Morton Stanley 18 Ekim 1871 tarihinde heyecanlı bir kalabalığın eşliğinde köyün içinden geçtikten, Tanganika gölü civarında ünlü kâşif David Livingstone ile karşılaşmış.

Tüm dünya basını bu haberi günlerce kullanmış. Livingstone son derece bitkin görünse de aslında bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin batı kanadında, Lualaba Nehri kıyısındaki Nyangwe köyünde gününü gün ediyormuş; bölgede yaşayan tek beyaz derili insan olmaktan da şikâyetçi değilmiş. Gerçek sonradan anlaşılmış ki, Livingstone yerel dillere - lehçelere aşina olması, Afrika yaşamını gözlemleme tutkusu ve kabile kültürlerine uyum gösterme yeteneği sayesinde son derece mutlu bir hayat sürüyormuş.

Henry Morton Stanley sonraki yaşamında birkaç defa daha Afrika seferine çıkmış, haritası olmayan yerleri literatüre kazandırmış, hatta yüzyıllardır merak edilen Nil Nehrinin doğduğu yeri keşfetmiş. Seyahatleri defalarca basına konu olmuş, kitapları yayımlanmış, yaşamının gizleri günümüze kadar gelmiş.

Henry Morton Stanley defalarca Afrika'yı dolaşmış, haritası olmayan yerleri literatüre kazandırmış,  yüzyıllarca merak edilen Nil Nehri'nin doğduğu yeri keşfetmiş.

1900'lü yılların başında Avustralya'da Osmanlı dernekleri

Avustralya'nın Adelaide şehrinde çıkan 28 Ekim 1910 tarihli bir gazete, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Güney Avustralya'ya elçi olarak atanan Ekber Nasır onuruna verilen yemekli toplantıyı ön sayfadan detaylı bir haber eşliğinde vermiş.

İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden yeni bir hayat kurma hayaliyle Avustralya topraklarına göç ederek genelde New South Wales, Victoria ve Queensland Bölgelerine yerleşen Osmanlı kökenli Avustralya vatandaşları Adelaide şehrindeki belediye binasında düzenlenen yemekli toplantıda bir araya gelmişler. Aralarında İngiliz Milletler Topluluğu'nun temsilcilerinin, Avustralya devletinin ve eyalet parlamentolarının üyelerinin de yer aldığı 150 civarında konuğun yanı sıra geceye katılan Osmanlı Elçisi Ekber Nasır Bey Güney Avustralya Osmanlı Cemiyeti Başkanı S. J. Attiah tarafından kapıda karşılanmış ve katılımcılarla tek tek tanıştırılmış. 

1900'lü yıllarda Osmanlı Devleti'nin farklı bölgelerinden Avustralya'ya göç edenler olmuş.

Hatırı sayılır bir harcama yapıldığı belli olan son derece zengin içerikli bu davette masalar İngiliz, Avustralya ve kırmızı zemin üzerine hilal ile yıldızdan oluşan Osmanlı bayrağı ile süslenmiş. Masanın başında ev sahibi sıfatıyla yer alan Suriye kökenli Attiah Bey'in sağında şehrin en yüksek mülki amiri olan Vali, solunda göz kamaştırıcı şapkası, kırmızı - mavi ve altın rengi üniformasıyla dikkat çeken Ekber Nasır Bey, onun yanında da Adelaide Belediye Başkanı oturuyormuş.

Osmanlı Cemiyetleri başkanı J. Attiah Bey kadehini Avustralya Devlet Başkanı ve Osmanlı Sultanı onuruna kaldırdıktan sonra İngiliz Milli Marşı dinlenmiş; sonrasında da piyano başına geçen Attiah Bey çok ustaca bir yorumla dış dünyada "Türk Devrimi" olarak bilinen 1908 hareketi için bestelenen Marşı çalmış.

Melbourne Valisi W. Michael, Avustralya Devlet Başkanı onuruna kadeh kaldırırken, ekselanslarının tüm Güney Avustralyalılar adına Osmanlı İmparatorluğunun yeni tesis edilen Parlamenter Hükümetinin özgür kurumlarının kurulmasına gönül veren herkesi tebrik etmiş. Anayasaların farklı ülkelerdeki uygarlık aşamalarıyla karşılaştırılmasının öğretici bir ders oluşturacağını ifade eden Vali, sağlam anayasal ilkelerin toplumların siyasi - toplumsal olgusunu önceleyen işaretler olduğunu, kaostan, despotizmden, gerilim, kargaşa ve savaşlardan kaçınmanın en önemli yolu olduğunu söylemiş. Osmanlı Devleti'nin Kırım Savaşı ile 93 harbindeki başarılarından ve Pilevne'deki kahramanlıklarından bahsettiği sırada sözü alkışlarla kesilen Vali, Osmanlı ordusuna İngiliz donanmasının verdiği katkılardan da bahsetmiş. İngiliz gemi ve tesislerine Türk donanması subaylarının kabul edilmesi için düzenlemeler yapıldığını, Osmanlı donanmasının yeniden inşa edilmesinde katkı verdiklerini söyleyen Vali, Türk filosunun gücünün tüm Osmanlı vatandaşlarının refahı ve güvenliği için önemli olduğunu söyleyerek konuşmasını alkışlar içinde tamamlamış.  

Avustralya'ya götürülen develer bölgeye uyum sağlamış, yıllarca kullanılmış.

Ev sahibi konumundaki Türk Cemiyetleri Başkanı Attiah Bey, 1908 Anayasasının Osmanlı sosyal - siyasal yaşamına etkisi konusunda hazırladığı anlamlı konuşmasında kan dökülmeden gerçekleştirilen rejim değişikliğinin kimse tarafından beklenmediği halde yaşananların tüm dünyayı şaşırttığını söylemiş; sözleri sık sık alkışlarla kesilmiş. Osmanlının 1908 hareketine kadar uzun süredir ağrı çeken bir hasta gibi şifa bulmaya çalıştığını, eski despotik yapıda eğitimin kısıtlandığını, basının özgür olmadığını hatta zalim hükümeti övmek dışında bir işlevi olmadığını hatırlatınca kadehler yeniden kaldırılmış, hararetli alkışlar yükselmiş.

Söz sırası alan Osmanlı Elçisi Ekber Nasır Bey, coşkulu bir şekilde karşılandığı bu ziyareti sırasında Osmanlılar ile Avustralyalılar arasında var olan uyumu ve dostane ilişkileri gözlemlemekten mutlu olduğunu, bu uzak kıtada gördüğü ilgiden Padişah Hazretlerine olan derin sadakat duygusu adına şeref duyduğunu, kalbinin gururla dolduğunu söylemiş. Tek amacı ve ideali İmparatorluğu medeniyet yolunda ilerletmek olan Jön Türklerin kurduğu yeni rejim sayesinde kaosun ortadan kalktığını, sağlam ve eşitlikçi bir yönetimin kalıcı olmaya başladığını söyleyince o da tüm salondakilerden coşkulu alkış almış.

Güney Avustralya Parlamentosu adına J. Verran, Senatör Sir Josiah Symon, Temsilciler Meclisi adına A. Roberts beyler de söz sırası geldiğinde konuşmuşlar. Avustralya'da faaliyet gösteren Osmanlı cemiyetleri bireylerine iyi dileklerini ileterek Osmanlı Devleti'ne parlak bir gelecek dilemişler.

O gece orada olanlar kaldırdıkları kadehleri mutlulukla yudumlayıp gelecek günlerin barış içinde aydınlık bir refah getireceğini düşünseler de yakın gelecekte hiçbir şey beklendiği gibi olmamış. 2. Meşrutiyetin barış rüzgârı devam etmemiş. Karar vericilerin çıkarları kadehlerini coşku ile kaldıranları çok kısa bir zaman dilimi içinde Çanakkale'de, Mısır'da karşı karşıya getirmiş, ölümün soğuk nefesi cephede insanlarını ateşin kucağına atmış; masumlar savaş kararını imzalayan kanlı ellere boyun eğmişler.

İstanbul'da savaş öncesi şaşkınlığı

Florida'da çıkan 31 Ekim 1914 tarihli Lakeland Evening Telegram Gazetesi, iki Alman gemisinin Karadeniz'e açılarak Rusya Limanlarını bombalamasından birkaç gün sonraki baskısında İstanbul'da şaşkınlık sürdüğünü, yaklaşan I. Dünya Savaşı öncesinde şehirdeki diplomatların ayrılık hazırlıkları yaptıklarını yazmış.

Amerikan Büyükelçiliği Sekreteri Petrogad, Associated Pres haber Ajansına verdiği demecinde gelişmelerden endişeli olduğunu söylemiş, durumun yakında netleşeceğini belirtmiş.

Müttefik devletlerin diplomatik erkânı ayrılık hazırlıkları yaparken Rusya Büyükelçisi ve çalışanlar ülkeden ayrılmış, konsolosluk binasının kapıları kapatılmış. İtalya devletinin savaşa müttefikler safında gireceği konuşulurken Köstence'deki Fransız büyükelçisi Osmanlı Bayraklı savaş gemilerinin Rus limanlarına baskın düzenlemesini Alman etkisi altında olan bazı Osmanlı devlet adamları sayesinde yaşandığını Amerika basınına raporlamış.

Geçmişin gazetelerine yıllar sonra bakıldığında anlaşılan o ki, o gün gazetelerde çıkan satırları okuyanlar bilmese de, yaşanacak acılar tahminlerin çok üzerindeymiş…

İstanbul'un siluetini koruma hassasiyeti

15 Ekim 1929 tarihli Akşam gazetesinde belediyenin hazırlamakta olduğu Karaköy - Eminönü arasında yapılması gündeme gelen asma köprü projesinin -o gün de kirlenmekte olan- Haliç'i temizlemek adına faydası dokunsa da 80m yüksekliğinde düşünülen bu köprünün İstanbul'un en yüksek yapısı olan Beyazıt Kulesinden daha yüksek olacağı için şehrin siluetini bozacağı belirtilmiş.

Karaköy - Eminönü arasında düşünülen asma köprü projesi, Beyazıt Kulesinden daha yüksek olup şehrin siluetini bozacağı düşüncesiyle iptal edilmiş.

Aynı sayfadaki bir başka haberde ise "Laz Burnu" olarak anılan Fenerbahçe sahili ile Kalamış arasında güzel bir liman yapılması, serbest bölge kurulması önerilmiş. Şile – Kilyos – Çamlıca – Alemdağ arasında iyi yollar yapılırsa şehirde mevcut 1000 olan araba sayısının çok kısa bir zamanda 20 misline çıkabileceği özendirilmiş.

İstanbul şehrinin yüzyıllarca korunan gizemli silueti artık gökdelenler arasında kaybolmakta.

O günlerde sokaklardan toplanan paçavralar kâğıt ve kumaş imali için Avrupa'ya satılıyormuş, eşek etinden pastırma yapanlar varmış, İngiliz parası 1000 kuruşa çıkmış.

Koleksiyonlardaki gazetelerden çıkan haberler ister istemez nereden nereye diye düşündürtmüyor mu? Bugün ne İstanbul'un silueti kaldı ne de Fenerbahçe Laz Burnunun eski sakinliği. Bırakın paçavra satmayı günümüzde 3-5 kuruş için Avrupa'nın çöpünü topraklarımıza saçıyoruz ve İngiliz Sterlini yakın zamanda paramızdan 6 sıfır attığımız halde hâlâ çok yüksek.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Fenerbahçe kıyıları "laz burnu" olarak anılıyor, liman ve serbest bölge yapılması planlanıyormuş.

https://www.smithsonianmag.com/history/stanley-meets-livingstone-91118102/

https://www.rarenewspapers.com/view/671991 

https://www.gastearsivi.com/gazete/aksam/1929-10-17/3 

https://trove.nla.gov.au/newspaper/article/5215147?searchTerm=costantinople%20life

https://www.gastearsivi.com/gazete/aksam/1929-10-15/2

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn85025006/1826-10-05/ed-1/seq-2/

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı…

Yazarın Diğer Yazıları

Mantarın evrimsel öyküsü

Mantarlar, İlk Çağ’da "Tanrıların Yemeği" olmuş, “Yaşam İksiri” olarak değerlendirilmiş

Şişe mantarının öyküsü

Bir tür meşe ağacı kabuğundan doğal yollarla elde edilen “mantar” ilk olarak Eski Mısır’da kullanılmış

Turpun tarihi

Turpun büyüğü de küçüğü de tarih boyunca önemli işlevler üstlenmiş hem karın doyurmuş hem tanrılara adanmış hem de bünyeyi temizlemiş, parazitleri söküp atmış

"
"