26 Kasım 2023

İsrail'in yaptığı soykırımdır, HAMAS'ınki de terördür, Batı'nın İsrail karşısındaki sessizliği ise utanç vericidir!

Yaşanan acılara tarafsız kalmak ya da bir tarafa destek çıkmak da, insanlığa karşı işlenen suçlara ortak olmaktır...

Gazze, 24 Kasım 2004

Gazze sokaklarında dolaşıyorum.
Her tarafta yeşil ve siyah bayraklar.
Yeşil, Sünni HAMAS'ın,
siyah Şii Hizbullah'ın...
Direğin tepesindeki yeşil bayrakların
altına asılmış iki sakallı gencin
renkli resmini gösteriyor:
İsrail'in suikastla
öldürdüğü militanlardan...
Başını nereye çevirsen silahlı, Kalaşnikof'lu,
el bombalı resimlerle süslenmiş
savaşçı sloganlar... 
İsrail'e, Şaron'a beddua eden
duvar yazıları... Güneş batmak üzere.
İhtiyarlar yere kilim atmış,
bağdaş kurmuş,
tespih çekerek sohbet ediyorlar.
Selamünaleyküm deyip
yanlarına çöküyorum.
Mahmut'lardan biri 70, biri 75 yaşında.
Hüseyin 77, Abdülkerim 71 yaşında.
Hepsi ilk savaş göçmenleri.
Bana Nakba'yı anlatıyorlar.
1948'de İsrail devleti kurulduğunda
evlerinden barklarından,
topraklarından nasıl sökülüp atıldıklarını,
tehcir edildiklerini...
İsrail devleti 1948'de ilan edilip
savaş patlayınca toprakları işgal edilmiş,
yollara düşüp, mülteci olarak
Gazze Şeridi'nin, Cebeliye'nin
teneke mahallelerine sığınmışlar... 

Nakba, 1948

77'lik Hüseyin, "Bizim topraklarımızda
şimdi Şaron'un çiftliği var" diyor.
70'lik Mahmut kendi hikâyesini anlatıyor:

Gece geldiler, öldürdüler, yıktılar,
sabahın köründe herkesi
evinden barkından attılar.
Kimi deve, kimi eşek sırtında,
kimi de yalın ayak kaçtı. 
Bosna'yı bilirsin, orada yaşananları… 

"Bizimkisi bin misli daha kötüydü"

Kudüs, 26 Kasım 2004
Filistinli büyük ozan Mahmud Derviş'in
bir dizesi:

Küçük hayaller
ya da büyük umutlar!

Filistinliler ile Yahudilere, olmayacak hayallere
dalmak yerine, gelin yapılabilecek olanı yapalım,
küçük umutlarla
yetinelim diyen bir dize...
Yani reelpolitik kokan
ve savaşan tarafları gerçeğin
soğuk yüzüne çağıran bir ses...

"Başkalarını da düşün" diyen, Filistin direnişinin sesi, ozan Mahmut Derviş... 

Doğu Kudüs'teki Paşa Restoran'da
Filistinli aydınlarla geçen akşam sohbet ederken
biri şöyle dedi:

Filistin topraklarının yüzde 78'i,
1967'deki Altı Gün Savaşı'yla
İsrail'in eline geçti.
Bizim bu yüzde 78'i kabullenmemiz,
tam elli yılımızı aldı.
1993'te Oslo Anlaşması ile
evet dedik sonunda.
Ama ne oldu?
Topraklarımızın geri kalan yüzde 22'sinin
tümüyle Filistinlilere ait olduğunu bile
kırk yıldır kabul etmiyor İsrail.

Şöyle devam etti:

Büyük hayallerin peşinde İsrail!
Sanıyor ki bir sabah kalkacak
ve bir bakacak
bütün Filistinliler defolup gitmiş.
Tabii Filistinliler arasında da
büyük hayallere dalan yok değil.
Kalan yüzde 22'nin üstünde
bir Filistin devleti kurulmasıyla
yetinmek istemiyorlar.
Bir gün bütün Yahudilerin
bu topraklardan çekip gideceklerinin
hayalini kuruyorlar. 

Peki esas suçlu kim? Elbette İsrail suçlanıyor.
Yüzde 22'nin üstünde,
başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız
bir Filistin devletini hâlâ reddetmekle
İsrail'in büyük bir umutsuzluğa yol açtığını,
bu adaletsizliğin çukurunda
şiddet politikalarının doğduğu,
kanla beslenen bir kısır döngü
yaratıldığı anlatılıyor.

Her iki taraf da
umutsuzluktan yorgun düşerse...

Tel Aviv, 26 Kasım 2004
Şimon Peres İsrail siyasetinin bilge adamıdır.
Yalnız İsrail'in değil, Orta Doğu'nun da tarih kitabı diye nitelenebilir.
81 yaşında olmasına rağmen
hâlâ İsrail politikasında kilit rol oynayan
bilge bir devlet adamı...
Ana muhalefet lideri olarak İşçi Partisi'nin
başında aktif politikayı sürdürüyor.
Peres'le ilk kez yirmi yıl önce 1984'te
Dışişleri Bakanı'yken görüşmüştüm Kudüs'te.
Tel Aviv'deki bürosunda o görüşmeyi
hatırlatıp sordum kendisine:

Ben o zamanlar çok gençtim.
Bakıyorum, geçen yıllar da
sizi ihtiyarlatmamış...
Bunun sihirli formülü nedir?
Siyaset mi, siyasal kavga mı? 

Şimon Peres'le Yaser Arafat, ikisi de barışa hasret gittiler.

Gülmekle yetindi Peres: 

Acelem yok. Acele etmek
ve ihtiyarlamak için
herhangi bir neden de görmüyorum.
Merakını, hayata
ve davalarına bağlılığını
devam ettirdiğin sürece genç kalırsın.
Ayrıca, karamsarlıkla iyimserlik
çizgisine de dikkat et.
Ben bütün yaşamım boyunca
iyimser kalmayı tercih ettim.

Soruyorum:

"Anımsıyorum, yirmi yıl önce de iyimserdiniz.
Barış konusundaki sözlerinizden
etkilenmiştim. Ama 20 yıl geçti
hâlâ barış yok."

Kimse hayal kurmasın.
Ne bir sabah kalkınca
bizler Danimarkalı olacağız,
ne de Filistinliler Norveçli...
Oturup müzakere edeceğiz.
Realite bu
!

Şimon Peres:

İsrail bugün 56 yaşında.
Bu sürenin yarısında Araplar
İsrail'i güç kullanarak yola
getireceklerini sandılar.
Bu yüzden barış şansını
elde edemedik.
Ama sonra bazı barış örnekleri
olmadı değil. Mısır'la,
Ürdün'le barış gibi...

Araya giriyorum:

Ama soğuk barış...

Şimon Peres: 

Olsun, sıcak savaştan daha iyi.
Aynı zamanda Filistinlilerle müzakereleri başlattık.
Bu açıdan Oslo süreci
doğru bir adımdı.
Biz Oslo'da Filistinlileri bir ortak olarak
kabul ettik. Onlar da İsrail'i haritasıyla birlikte
bir ortak olarak tanıdılar.
Ama çok zor bir sorun.
Toprak çok küçük, farklılıklar ise büyük.
Üstelik hem dinî hem milli
nitelik taşıyor.
Ayrıca, uzun bir tarihî geçmişe
sahip bir sorun.
Bu arada unutmayın,
birçok yabancı güç de işin içindeydi.
Soğuk Savaş yıllarını göz ardı etmeyin.
Sovyetler Birliği,
Arapların ve Filistinlilerin arkasındaydı,
Amerika da bizim...
Bu öylesine karışık bir dönemdi ki
çözümü güçleştirdi.

Soruyorum:

Arafat'ı özleyecek misiniz?

Şimon Peres, bu sorum üzerine
biraz duraksadıktan sonra
şöyle devam etti:

Onu hayata geri getirmek
benim elimde değil.
Arafat bazı etkileyici şeyler yaptı.
Ama bazı etkileyici yanlışları da oldu.
Halkına olan sevgisinden dolayı,
kendi popülaritesini Filistinliler arasında
korumak için bazı gerekli kararları
alamadı Arafat... 

"Ne gibi kararlar?"

Örneğin, bütün silahlı Filistin gruplarını
tek bir komuta altında toplamak gibi...
On iki, on üç parça silahlı güç...
Bu kadar çok ordun olursa,
kaotik bir ortama yol açarsın.
Suyla ateşi aynı bardağa koyup
kokteyl yaptığını söyleyebilirsin.
Ama olmaz. Kokteyl değil,
bir tehlike oturur avucunun içinde...
Filistin hareketinin öncelikle yapması gereken,
terörden vazgeçmektir.
Arafat bunu yapamadı, yapmadı.
Bir parça terörün işlerine
yarayacağını sandı.
Oysa, Filistinlilerin aleyhine oldu bu.
Arafat da hem Amerika'nın
hem İsrail'in gözünde inandırıcılığını yitirdi.

Şimon Peres'e soruyorum:

Yakın gelecek için
bana bir tane pembe senaryo,
bir tane de felaket senaryosu
çizer misiniz?

Pembe senaryo için Türk lokumu,
kıyamet senaryosu için de kar diyor.
"Kar şimdi nereden çıktı?" diye soruyorum.

Peres'in yanıtı:

Türk romancısı Orhan Pamuk'un
Kar isimli kitabını okudum.
Felaket senaryosu bence kar...
Soğuk, sıkıcı ve de taşra kokan bir şey...
Bu senaryo terörün devam etmesidir.
Her iki tarafın da
umutsuzluktan yorgun düşmesidir. 

Türkiye konusunda şöyle diyor Peres: 

Müslüman dünyası açısından Türkiye
benim gözümde en büyük hayal,
umut ve realite.
Bugün iki ekol var Müslüman dünyada.
Biri, Müslüman olarak kalmak için
moderniteyi reddetmek lazım diyor.
Diğer ekol, hayır diyor,
hem iyi bir Müslüman,
hem modern bir toplum olabilirsin.
Tıpkı hem iyi bir Hristiyan
ve modern olabildiğin gibi...
Bilimde hiçbir şey yok Musa, Muhammed
ve İsa'ya karşı olan.
Dinle bilimin çeliştiğini öne sürmek ahmaklık!
Müslüman dünyasında bunu ilk anlayan
Türkiye oldu.
Bu yüzden Türkiye Müslümanlar açısından
bir umut ve Müslümanlar
bizim düşmanımız değil.
Bunun için de Avrupa Birliği'nin
gözlerini açması ve bir Hristiyan Kulübü
olmadığını göstermesi lazım.
AB'nin Türkiye'yi içine alması lazım. 

Son sorum:

Orta Doğu'da barışa en büyük tehdit?

Peres:

Orta Doğu'da dünya nüfusunun
yüzde 8'i yaşıyor.
Dünya ekonomisinin sadece
yüzde 2'sini üretiyor.
Ama buna karşılık dünyada terörün
yüzde 65'ini de Orta Doğu üretiyor.
Terör bir numaralı sorun...

Şimon Peres'in şu sözlerini özellikle not ediyorum:

Kimse hayal kurmasın.
Ne bir sabah kalkınca
 bizler Danimarkalı olacağız,
ne de Filistinliler Norveçli...
Oturup müzakere edeceğiz.
Realite bu!
Öyle sanıyorum ki, her geçen gün
daha çok Filistinli ve İsrailli
bu realiteyi görmeye başlıyor.
Unutmayın, realiteden kopuk umut
ve haller şiir demektir.
Oysa bizim düz yazıya ihtiyacımız var.
Bu saatten sonra çekip başka diyarlara gidemeyiz.
Oturup biz bize,
Filistinliler ve İsrailliler
 barış yapmak zorundayız.

(Şimon Peres 2016 yılında öldü. 93 yaşındaydı.
Kendisiyle 2003'te yaptığım bu mülakattan sonra da
devlet adamı kariyerine devam etti,
İsrail
Cumhurbaşkanı da seçildi. Yukarıdaki
sözlerini dinlerken ve yazarken
, Kürt sorunuyla
Türkler ve Kürtleri düşünmüştüm
.)

7 EKİM'e gelince...
Önce HAMAS...
Sonra İsrail...
Ve oluk gibi gibi akan kan ve gözyaşı...

7 Ekim sonrası yaşanan acılar... 

Diyorum ki:

İsraillilerin, Yahudilerin,
ve Filistinlilerin
kendi devletleriyle
barış içinde yaşamaları gerekir.
Kalıcı ve hakça barış bundan geçer.
Öte yandan 7 Ekim sonrası
İsrail'in yaptığı soykırımdır,
devlet terörüdür;
HAMAS'ın yaptığı da terördür;
ikisi de insanlığa karşı işlenmiş suçlardır!
Batı'nın, İsrail karşısındaki sessizliği ise utanç vericidir!
Yaşanan acılara tarafsız kalmak
ya da bir tarafa destek çıkmak da,
insanlığa karşı işlenen suçlara ortak olmaktır...

NOKTA!

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2003)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özgür Özel'in Erdoğan'la diyalog talebini neden önemsiyorum?

31 Mart penceresini açan CHP, hem kendisini hem Türkiye'yi bundan sonra büyütmek istiyorsa, bunun için siyaset meydanına bir büyük uzlaşma projesi, dört dörtlük bir demokratik anayasa önerisi sunmalıdır

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."