25 Ağustos 2020

Bu toprakların insanları hep barışa hasret mi yaşayacak?

Gerçek, kalıcı ve haklı bir barışı göremeden gitti Ahmet Bamerni de...

Hayat uzadıkça, ölüm haberleri çoğalıyor.
Ya da:
Gelecek kısaldıkça, yalnızlaşıyor insan...
Irak Kürdistanı'nda, Bekaa'da, Bosna'da,
Kosova'da yıllar yılı haber kovaladığımız
Ramazan Öztürk'ten sabah vakti telefon:

Hasan Abi, kötü haber...
Ahmet Bamerni'yi kaybettik.
Bağdat'ta Korona'dan
hayata veda etmiş...
(NOT: Bu yazıdaki fotoğrafları 28 yıl önce
sevgili meslektaşım Ramazan Öztürk çekti.) 

68 yaşındaydı Bamerni.
Iraklı bir Kürt aydınıydı.
Kürt lider Celal Talabani'nin
yakın çevresindendi.
Saddam Hüseyin'in Baas diktasına karşı
elde silah dağa da çıkmıştı,
yani peşmerge idi.
Saddam devrildikten sonra Irak'ı
büyükelçi olarak İsveç'te,
İtalya'da temsil etmişti.
Son görevi, yakın arkadaşı olan
Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih'in
siyaset danışmanlığıydı.
Ahmet Bamerni'yi Berham Salih'le birlikte
Celal Talabani'nin yanında
1992 ekim ayında Irak Kürdistanı'nda tanımıştım.

1992 yılı Ekim ayı, Ahmet Bamerni'yle Behram Salih Şaklava'da Celal Talabani'yle...

O tarihte Mam Celal'i Ahmet Paris'te,
Berham Washington'ta temsil ediyordu.
Öyle bir yaşa geldim ki, her ölümle birlikte
o dipsiz kuyunun ağzı açılıyor.
Hatıralar bir bir çıkıyor.
Elimin altında iki kitap:

KÜRTLER...
Kürt sorununa yeni bakış:
BARIŞA EMANET OLUN!

Sayfalar arasında dolaşıyorum.
Ahmet Bamerni'yi arıyorum.
Tam 28 yıl geçmiş...
1992 yılı ekim ayı sonları.
Sabah'ta gazetecilik yapıyorum, yazıyorum.
Diyarbakır’dan akşama doğru
yola koyulduk Ramazan Öztürk'le.
Güneydoğu’da karanlık basınca el ayak çekiliyor,
yollar boşalıyor, ıssızlaşıyor.
Suriye sınırına teğet giden İpek Yolu da öyle.
Mardin’den sonra ortalık iyice tenhalaştı.
Güneşin son ışıklarıyla birlikte
Nezirhan tesislerine attık kapağı.
Yabancı üç dört meslektaştan başka kimsecikler yok.

1992 yılı ekim ayı, Celal Talabani'yle Şaklava'da...

Erkenden yattık.
Silah sesleriyle uyandık.
Sabahın kör karanlığında insanı irkilten takırtılar,
Nusaybin tarafından geliyordu.
Gün ışırken Habur’a, Irak sınırına doğru
yola koyulduk.
Cizre’ye yaklaşırken bir koyun sürüsü.
On üç, ön dört yaşlarında bir çoban
bize parmaklarıyla V harfini gösteriyor,
zafer işareti yapıyor.
Tüm heybetiyle Cudi Dağı karşımızda.
Silopi’ye yaklaşırken bir kontrol noktası daha.
Yüzünden yorgunluk akan bir komando çavuşu diyor ki:

 Zaho’nun oralarda çatışma var,
sınırı geçmeniz tehlikeli...

Habur'dan Kuzey Irak’a girerken,
Diyarbakırlı şoförümüz Abdullah koştura koştura gelip
tam köprünün üstündeki "Kürdistan’a hoş geldiniz!"
yazısının altında bir kare hatıra fotoğraf çektiriyor.
Bir kare de benim için basıyor Ramazan.

1992 Ekim ayı, Habur'dan Irak Kürdistanı'na giriş hatırası...

Zaho’yu geride bıraktık.
Duhok’u geçtik.
Mireba’ya yakın bir yerde,
bir açık hava lokantasında mola verdik.
Ağaçlıklı bir yer.
Kenardan şırıl şırıl bir dere akıyor.
Gölgeliğin altında namaza duranlar var.
Tüp gazlı mutfağı açık havada olan bir aşevi.
Çardakların altına külüstür masa ve sandalyeler atılmış.
Odun ateşinden kararmış kocaman tencerelerde
kemikli etler lambur lumbur kaynıyor.
Bir kazan pirinç pilavı.
Türlü, kuru fasulye, kavurma.
Yemyeşil biber, domates, beyaz soğan.
Sıcacık, ipince saç pideleri.
Karnımız fena halde doyuyor.
Dibinde bir parmak kalınlığında şeker olan
demli çaylarımızı ince belli bardaklarda yudumlarken
bir Kürt çiftçisiyle sohbet ediyoruz.
"Federasyon iyi oldu" diyor, birkaç hafta önce 1992'nin eylül ayında
ilan edilmiş olan Kürt Federe Devleti’ni kastederek,
"Meclisimizin olması iyi. Hele bir de Saddam giderse
daha çok sevineceğiz."
2003'e, yani Saddam'ın gitmesine daha 11 yıl var.
Irak Kürt Federe Devleti’nin başkenti Erbil’e doğru
devam ediyor yolculuğumuz.
Güneş alçaldı.
Akra’da yol kesiyor peşmergeler.
Patlamış top mermilerini yolun üstüne dizmişler.

Buradan ilerisi tehlikeli.
Sorumluluk sizde.
İsterseniz geceleyin.

Yan tarafta iki direğin arasına beyaz bir bez gerilmiş,
üstünde Arap harfleriyle yazmışlar:

Kürdistan Federasyonu,
Saddam diktatörlüğünün
sonunu getirdi.

Güneşin son ışıkları vuruyor Dicle’ye.
Traktörün çektiği bir salla geçiyoruz nehri.
Erbil, tam 28 yıl geçmiş...
Erbil’e ilk defa 1974 yılı ekim ayında gelmiştim,
Bağdat’taki Baas yönetiminin denetimindeki
Kürt Özerk Bölgesi’nin açılış törenlerini izlemek için.
O tarihte Cumhuriyet’te çalışıyordum.
Ertesi sabah Şaklava'ya gidiyoruz.
Boz, çıplak dağların yamacında şaşırtıcı bir güzellik.
Kavak, çam, çınar ve meyve ağaçlarının ortasında
Celal Talabani’nin karargâhı.
Eski bir otel.
Kapının önündeki minibüsün
arka camında İngilizce bir çıkartma:

Kürdistan seni seviyorum!

Çat pat İngilizce konuşan bir peşmergeyle
bahçede sohbet ederken tepemizde müthiş bir cayırtı kopuyor.
Ben tedirgin olunca gülüyor:

Amerikan uçakları,
devriye uçuyorlar!

Çekiç Güç...
Ama peşmerge böyle demiyor.
Iraklı Kürtler gibi o da, Çekiç Güç değil,
"Amerikan gücü" diyor.
Irak Kürtleri için "Amerikan gücü" her şey demek.
Bu güvencenin ne kadar yaşamsal
olduğunu her söyleşide vurguluyorlar.
Böyle bir "koruyucu şemsiye"den
yoksun kalmayı düşünmek bile istemiyorlar.
Erbil Vilayeti imzasını taşıyan
bir pankartta şu slogan dikkati çekiyor:

Kürdistan için federasyon,
Irak için demokrasi!

Federasyon ve demokrasi...
Irak Kürtleri için 1992’nin ekim ayında
iki tılsımlı sözcük sayılıyor.
Ahmet Bamerni'yle tanışıyorum Şaklava'da,
Talabani'nin karargahında...
Celal Talabani’nin Paris temsilcisi.
Irak'ta federasyona en çok
Türkiye'nin karşı çıktığını belirtirken ekliyor:

Turgut Özal hariç tabii...
Özal bir federasyonun
Türkiye’nin çıkarlarına
ters düşeceğini söylemiyor.

Ahmed Bamerni sözü Öcalan'a getiriyor:

Apo bu dünyaya tam anlamıyla at gözlüğüyle bakıyor.
Kendi dar çevresine
kapanmış durumda.
Dünyanın nereye gittiğinden habersiz.
Onun yapabileceği tek şey,
PKK’yı kapatıp
yeni bir parti kurmak...

Mam Celal'le sohbet ediyorum.
Onun gönlünde de Turgut Özal’ın ayrı bir yeri var.
Ecevit’in bu kadar "şoven milliyetçi" bir çizgiye
nasıl gelmiş olduğuna hayret ediyor.
Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Talabani'nin
yanında iki genç insan var.
Biri, Paris temsilcisi Ahmed Bamerni,
diğeri Washington temsilcisi Berham Salih.
İkisi de bilgili ve iyi yetişmiş gençler.
Dağda peşmergelikleri de var.


Ahmet Bamerni Kürtler için barışı anlatıyor 1992'de...

Ahmed Bamerni’nin bir dileği var:

Günün birinde Kürtler,
bütün bu ülkeleri,
Türkiye’yi, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi birbirine bağlayan halkalar
neden olmasın?

Bamerni şöyle devam ediyor:

Filistinli arkadaşlarımızla tartışırdık,
Ortadoğu'da kim daha önce
bağımsız devlet sahibi olacak,
Kürtler mi, Filistinliler mi?
Galiba Filistinliler ön alıyor.
İsrail ile Filistin
arasındaki gelişmeler bu beklentinin
gerçekleşmesine yol açabilir.
Kürt sorununu
artık kimse görmezlikten gelemiyor.
Filistin sorununun çözümüyle,
İsrail-Arap barışıyla birlikte
Ortadoğu’nun bir numaralı
sorunu artık Kürt sorunu olacak,
uluslararası sahneye tam olarak
oturacak.

Yalnız Ahmet Bamerni'den değil,
şimdi Irak Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmakta olan
Berham Salih'den dinlemiştim bu bakış açısını...

1992'den 2020'ye geçen 28 yıl...
Barış ne yazık ki bugün hâlâ Kürtlere de,
Filistinlilere de uzak duruyor.
Ahmet Bamerni de Kürtler için gerçek,
haklı ve kalıcı bir barışı göremeden hayata veda etti.
Ne hazin.
Huzur içinde yatsın.
Bu toprakların insanları hep
barışa hasret mi yaşayacak?

Yazarın Diğer Yazıları

HASO!

Günaydın oğlum, bugün 80 oldun! Unutma, yaşamak güzel şey...

Erivan'da, Hrant'la Baş Başa...

Hrant Dink, "Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim," demişti

Kissinger için bir yazı...

100 yaşında hayata veda eden Amerikan Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger için kolay yazı, zor yazı...