25 Kasım 2023

Barışın yolu ille de cehennemden mi geçiyor?..

Gazze Valisi'nden HC'ye, 2004 Kasım ayı: "Bakın, Gazze'yi yerle bir eden İsrail, yoksulluğa mahkûm eden de o. İnsanlar umutlarını yitirdikçe, radikalleşiyorlar. Toprakları işgal altında çünkü..."

Devam ediyor Gazze Valisi Muhammed Kutva:

"Ansızın bir Apaçi helikopteri havadan,
gece vakti vuruyor bir ocağı, bir aileyi, bir ağacı...
Söyler misiniz ne yapacaksınız?
Topraklarınız işgal altında. İşgalci vuruyor.
Çiçekle mi gideceksiniz ona? Herkes bildiği
gibi savaşacak işgalciyle.
.. HAMAS öyle, bu böyle,
o öyle savaşacak, İsrail işgali altındaki toprağını kurtarmak için...
"

Kudüs, 2002 yılı baharı

Barış sadece ölüler için mi mümkün?

Le Monde Diplomatique'den, Axel Kahn
imzalı yazıdan cımbızladığım
bu cümleyi kıskanmıştım.
Kan kısır döngüsü, bu toprakları
öylesine egemenliği altına almış durumda ki,
taraflar barış adına acımasızca
öldürmeyi sürdürüyor.
Kan gölü derinleşirken,
barış isteyen sesler dipsiz kuyularda
kaybolmaya devam ediyor.
Eski Kudüs’ün o tuhaf mistik havasına,
kutsal kokan havasına kendimi kaptırmış,
daracık taş sokaklarda kendi başıma
kaçıncı defa yürüyorum.
Hazreti İsa yürümüş bu yollarda.
Hazreti Muhammed’in göğe çıkarken
bastığı taş burada.
İslam’ın ilk kıblesi Mescid-i Aksa’yla,
Yahudilerin en kutsal yeri
Ağlama Duvarı yine burada
aynı mekânı paylaşıyor.

Ağlama duvarı

İnsanı her defasında tarihin ve düşüncenin derinliklerine çeken,
insanın bazen aklıyla değil yüreğiyle,
duygularıyla oynayan
akıl almaz bir mekân eski Kudüs...
Ama ne yazık ki bu tuhaf,
mistik ve kutsal hava barış değil,
kan ve ateş kokuyor.
Bu topraklar trajediye doymak bilmiyor.
Bir masanın etrafına oturup
birbirleriyle konuşup anlaşacakları yerde,
birbirlerini öldürmeyi tercih ediyorlar.
Nafile bir çaba değil mi?
Tarihten hiç mi ders almıyorlar?
Kim kimi tüketebilmiş ki?
Eninde sonunda barış olacak.
Ve bu topraklarda iki devlet yan yana,
barış içinde yaşayacak:

Mescid-i Aksa

Biri İsrail...
Diğeri Filistin...

2002 yılı, iki taraf hâlâ birbirini düşman
ilan etmeye devam ediyor.

İsrail kendi şiddetini, terörünü
“Terörün altyapısını yok ediyoruz"
diye mazur gösteriyor.
Filistin tarafı,
“Asıl İsrail’dir terörün kökü"
diyor ve HAMAS'ın
“intihar terörizmi"ni yüreklendiriyor.

“Bu uzun uykusuz gecelerde
keşke hayaletlere inanabilseydim"
diye yazıyor İsrailli yazar Amos Oz
ve şöyle devam ediyor:

İsrailli ve Filistinli ölü çocuk hayaletlerinin
uykudaki Şaron ve Arafat’ın başına
üşüştüklerini düşünüyorum.
İkisi de yetmişini geçmiş,
ikisi de her gün daha fazla kan dökmek için
alevlere biraz daha benzin döken
bu iki liderin yataklarının etrafına
bu masum çocukların hayaletlerinin
toplandığını hayal ediyorum.
Bazen de tam tersini umut ediyorum.
Şaron ve Arafat’ın ölü çocuk hayaletleri
tarafından rahatsız edilmek yerine,
haftalarca, aylarca sürecek bir uykuya yatırıldıklarını
ve ancak barış yapıldıktan sonra
uyandırıldıklarını hayal ediyorum.
Tarih onların suçlarını
hiçbir zaman affetmeyecek.
Çünkü çözüm çok açık ve net.
Bu toprağın iki aynı aileyi barındıran bir ev gibi,
iki bağımsız ülkeye bölüneceğini her İsrailli,
her Filistinli çoktan biliyor.
Böyle bir geleceği asla istemeyenler bile
yüreklerinin derinliklerinde
bunun kaçınılmaz olduğunu hissediyorlar.
Bu kısır döngü nasıl kırılır?
Barışın yolu ille cehennemden mi geçiyor?

Amos Oz

Lut Gölü’nün kıyısındaki açık hava tiyatrosunda
Ayşe’yle yaşadığımız o günbatımı
gözümün önüne geliyor.
Çöl sıcağı gitmiş, gecenin tatlı serinliği esiyor.
Filistinli şair Mahmud Derviş’le
Brezilyalı romancı Paulo Coelho birlikte
sahneye çıkıp bir ağızdan
barış şiirleri okuyorlar.
Filistinli büyük ozan
Mahmud Derviş’in aşağıdaki sözlerini
o gece dinlerken yüreğim burkulmuş,
bu toprakların bir an önce
trajediye doymalarını dilemiştim.

“Çektiğim acılar bana affetmeyi
ve hoşgörülü olmayı öğretti;
 şimdiye kadar bizim acılarımız
 şiir olmuştur," 

Sonra sahneye iki kemancı,
biri Filistinli, biri İsrailli Yahudi
birlikte çıkmışlardı. İsrailli kemancının,
dumanı tüten meşaleler altında
Müzik aşkın gıdasıdır," dediğini hatırlıyorum.
Ve Amerikalı bir Yahudi yönetiyordu orkestrayı.
Bach, Çaykovski, Beethoven çalmışlardı.
Konserin adı barıştı. Hâlâ barış bekleniyor.
Ve tarih, bu topraklarda
hayalet gibi dolaşmaya devam ediyor.

İsrail, ülkesi Lübnan'ı
işgal edince
intihar eden o şair... 

Lut Gölü, 2003’ün Haziran ayı

Lut Gölü ya da Ölü Deniz...
Sabah vakti gölün kıyısında oturmuş
o şairi düşünüyorum,
bir zamanlar intihar eden o Lübnanlı Arap şairi.
Çünkü onun trajik ölümünde
bugün Arap dünyasının yaşadığı çıkmazın
ipuçları var.
Lut Gölü süt mavisi rengiyle,
çıplak, ağaçsız, yeşilden yoksun
boz çevresiyle, insanı içine çeken,
eski deyişle tefekküre sokan sessizliğiyle
gözlerimin önünde kıpırtısız uzanıyor.
Canlı varlık yaşamıyor.
Çok tuzlu.
Kuzeyden Şeria Nehri’nin getirdiği
balıklar göle düşer düşmez ölüyor.
Dünyanın en derin yeri.
Deniz seviyesinin dört yüz metre altında.
Güneş yükseldikçe sis iniyor.
Gölün üstünde buhar tabakası
ya da sıcak bastırıyor.
Ben o şairi, ülkesi Lübnan İsrail tarafından
işgal edilince çaresiz kalan,
intihar eden Halil Hawi’yi düşünüyorum.

“Araplar nerede?
Neden yardımımıza
gelmiyorlar?"

diye haykırıp kafasına bir kurşun sıkan şair...

Ülkesi Lübnan İsrail tarafından  işgal edilince intihar eden şair Halil Hawi

Karşı kıyılar Batı Şeria...
İsrail’in işgali altındaki Filistin toprakları.
Salim Jabran’ın, sürgünde yaşayan
Filistinli ozanın dizelerini anımsıyorum:

Şairler uzakta ölür,
yalnız kalbinde ve gözlerinde
Filistin kanayıp çiçeklenir
ömür boyu.

Bu hassasiyetleri düşünmeden,
hissetmeye çalışmadan,
kan ve ateşin hiç eksik olmadığı
bu toprakları anlamak güçtür.
Massada karşı kıyıda!
Lut Gölü’ne bakan kalyonun üstüne
kurulmuş bir kent.
Ya da Yahudilerin Massada kompleksi...
Yahudiler MS 66 yılında
Romalılara karşı ayaklanır.
İsyan bastırılır.
967 Yahudi Massada şehrine sığınır.
Romalılar şehri kuşatır, bekler.
Yahudiler toplu intihar kararı alır.
10 savaşçı, öteki 957 kişiyi öldürür.
10 kişiden 1’i de,
öteki 9 kişiyi öldürdükten sonra
Massada kalyonunda
uçuruma atlayıp intihar eder.
Tutsak yaşamak yerine ölüm!
Yahudiler, direniş ruhu olarak belledikleri
Massada’yı hiç unutmazlar.
Belki de bu bir tür hiç bitmek bilmeyen
güvenlik arayışlarının bir sonucudur.
Kudüs’teki Diaspora Müzesi’nin duvarında
sürekli dönen kırmızı ışıklı yazıyı anımsıyorum:

“Ölmeyeceğim,
yaşayacağım! 

Soykırım ve kırımlarla dolu acı bir tarihin
içinden geldikleri için
kendilerini bir türlü emniyette hissetmeyen
Yahudilerin güvenlik arayışı...
Bu duyguyu da anlamaya,
hissetmeye çalışmadan, bu topraklarda
neyin olup bittiğini de
yerli yerine oturtmak olanaksız.
Yine o intihar eden şair!
Lübnanlı Hıristiyan Arap Halil Hawi.
2000 yılı yazında bu coğafyada dolaşırken
elimden düşürmediğim bir kitapta
tanımıştım onu. Fuat Ajami’nin
The Dream Palace of the Arabs
yine elimin altında.
Arap aydınlarının yüz yıllık öyküsünü,
çıkmazlarını, Doğu ile Batı arasındaki
bölünmüş entelektüel dünyalarını güzel anlatır.
Halil Hawi, hem Arap âleminde çok tanınmış
bir ozan, hem de Beyrut’taki
Amerikan Üniversitesi’nde profesör.
İngiltere’de, Cambridge’de okumuş.
Bir Arap milliyetçisi.
Araplar bugünkü gibi birçok ülkeye bölünmüş
halde değil, büyük bir Arap ulusu halinde yaşasınlar istemiş.
Ama beklediği yarınlar gelmemiş!
6 Haziran 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal edince,
Araplar da ülkesinin yardımına gelmeyince
62 yaşında ölümü seçmiş.
Hayal kırıklıkları intiharı getirmiş.

Yahudilerin Araplara güvenmeyen
varoluş kaygısı... Ve Filistinlilerin
insan gibi yaşayacakları
bağımsız bir devlete sahip olma hakkı...

Kudüs, 2003 yazı

Doğu Kudüs’te, American Colony Oteli’nin
bahçesinde, İbrahim’in Barı açık.
Yaseminler akşam vakti
daha iç bayıltıcı kokuyor.
Bir portakal, bir limon, bir zeytin
ve bir hurma ağacı, bir de servi.
İnsana hep birlikte hangi coğrafyada
bulunduğunu söylüyorlar.
Ürdün’de, Lut Gölü’nden girdim
bu coğrafyaya. Allenby Köprüsü’nden geçip
Kudüs’e ulaştığım zaman
Gazze’de, Refah’ta oluk gibi
kan aktığını öğrendim.
Sonra HAMAS’ı dinledim,
intihar saldırılarını...
Bu saldırıların İsrail’de yarattığı dehşet
ve öfkeyi. Yine tarafların kendi haklılıklarını
kendi ağızlarından dinlemeye, hissetmeye,
anlamaya çalıştım.

Bir yanda Araplara güvenmeyen
Yahudilerin var oluş kaygısı.
Öte yanda Filistinlilerin
insan gibi yaşayacakları
bir yurda, bağımsız bir devlete
sahip olma hakkı.
Trajedi nasıl bitecek?

Kitapta, eski İsrail başbakanlarından
Levi Eşkol’un sözünü okuyorum, ilginç.
“Şiddetin kendisinden daha kötü
bir şey varsa, o da şiddetin
kendisine teslim olmaktır," demiş...

Eski İsrail Başbakanlarından
Levi Eşkol

Dr. Meir Rosenne’le sohbet ediyoruz
American Colony’nin barında.
41 yıl diplomatlık yapmış.
İsrailin Paris ve Washington büyükelçiliklerinde
bulunmuş. Mısır’la barışı getiren
ilk Camp David sürecinde
hukuk danışmanı olarak bulunmuş...
Anlatıyor:

On yaşındaydım Romanya’daki
pogromdan kurtulduğumda.
O zaman 12 bin Yahudiyi kesmişlerdi.
Arkasından Hitler işgali geldi.
Kaçmak için ailemle birlikte
Köstence’den vapura bindiğimde
14 yaşındaydım ve sene 1944’tü.
Bir Türk vapuruydu.
Adı, Kazbek’ti.
200 kişilik yer vardı, 738 yolcuyla
Karadeniz’e açıldık.
Su yoktu, yemek yoktu.
Kaptan bize kötü muamele etti.
Bugün gibi heyecanla hatırlarım,
vapurumuz Boğaz’dan içeri girdiğinde
herkesin güverteye çıkıp
nasıl şarkı söyleyip dans ettiğini...
Haydarpaşa’dan yük vagonlarına doldurulduk,
Halep üzerinden bu topraklara geldik.

Bir sözünü not ediyorum:

İki taraf da
yorgun düştü!

Keşke... Garson Filistinli,
çat pat Türkçe biliyor.
Ailesinin Osmanlı zamanında Adana
taraflarından Filistin’e göç ettiğini söylüyor.
Gazze’de yaşananlardan dolayı
Şaron’a beddua ediyor.
Güney Afrikalı meslektaşım Jerrold Kessel’in
söylediklerini anımsıyorum.
Kendisine, “Filistinlilerle Yahudiler
ne zaman artık yeterince acı çektik;
gel oturup anlaşalım diyecekler?"
diye sormuştum.
Jerrold Yahudi, otuz yılı aşkın süredir
bu topraklarda gazetecilik yapıyor.
CNN’den emekli olduktan sonra
Kudüs’e yerleşmiş, şöyle demişti:

Her iki tarafın da meşru acıları var.
Filistinliler ve Yahudiler
bu acıları karşılıklı olarak kabullenmeyi
bir yana bırak,
karşı tarafın acısını
ne zaman anlamaya başlayacaklar?
Bence anahtar soru bu.

Arafat ve HAMAS'ın
"intihar terörizmi..."

Ramallah, 23 Kasım 2004
Minicik eller havada, zafer işareti yapıyor.
Sabah vakti Filistinlilerin babasını,
Yaser Arafat’ın kabrini ziyarete gelmişler.
Bir hafta öncesinin “Kanla, ruhla kucaklıyoruz
seni, ya Abu Ammar!" haykırışları yerini
Bir hafta öncesinin “Kanla, ruhla kucaklıyoruz seni,
ya Abu Ammar!" haykırışları yerini
huşu içinde bir saygıya bırakmış.

Arafat'la 2003 yılı Haziran ayında son görüşmemiz... 

El Mukataa, Filistin liderinin ve direnişinin
kutsal yeri sakin.
Kadın erkek, genç ihtiyar, çoluk çocuk,
ağır ağır yaklaşıyor, kimi duasını okuyor,
kimi asker selamıyla hazırola geçiyor,
kimi de önce çiçeklerin arasındaki Kuran’ı
eline alıp öpüyor, alnına koyuyor,
sonra bir süre dalıp gidiyor.
Çocukların ellerinde Filistin bayrakları ve çiçekler...
Bir buçuk yıl önce, 2003 yılı Haziran ayında,
Yaser Arafat, şimdi yattığı yerin
hemen arkasındaki karargâhında,
avuç içi kadar odasında,
bir gece vakti bana en çok barışı
özlediğini söylemişti.
Göremeden gitti.
Şimdi bütün dünya merak ediyor:
Barış gelecek mi bu acılı topraklara?..
Arafat'a 2003 Haziran ayındaki
son görüşmemizde, (Milliyet gazetesi, 27 Haziran 2003)
HAMAS hakkında
ne düşündüğünü de sormuştum.


Bu sorumu yanıtlarken, HAMAS'ın
"intihar terörizmi"ne hiç değinmemiş, kınamamış,
şöyle demekle yetinmişti:

HAMAS öyle umut ediyorum ki,
uluslararası ortamı anlayacak
ve bizim imzalamış olduğumuz
barış anlaşmalarının gereğini
göz önünde tutacaktır.

FKÖ lideri Arafat'la ilk görüşmemiz 1987 Aralık
ayında, Batı Şeria'da, Ramallah'ta olmuştu. 

Arafat'la 2003 yılı Aralık ayındaki
son görüşmemizden iki gün önce
Kudüs'te İsrail Cumhurbaşkanı
Moshe Katsav'la görüşmüştüm.
FKÖ lideri Yaser Arafat'ın bir lider olarak
bittiğini ve barışın önünde en büyük engel
olduğunu söylemişti.
(Milliyet gazetesi,
26 Haziran 2003)

İsrail Cumhurbaşkanı Katsav'la 2003 yılı Haziran ayında Kudüs'te...

İsrail Cumhurbaşkanı Katsav’a hiç Batı Şeria’ya,
Ramallah’a gidip Yaser Arafat’la görüşmeyi
düşünüp düşünmediğini sordum.
Danışmanlarına bakıp gülmeye başladı.
Çünkü geçen yıl bunu düşünmüş ancak
Başbakan Şaron bunu engellemişti.

Filistinlilerin, Filistin yönetimiyle liderliğinin
yüreklerinde bir “Yahudi devleti”ne,
İsrail’e karşı olduklarını düşünüyor muydu?
Cumhurbaşkanı’nın yanıtı şu oldu:

“Birçok Filistin kurumu ve Filistinli bu topraklarda
bir Yahudi devleti görmek istemiyor.
HAMAS bunu açıkça söylüyor.
İran da aynı şeyi söylüyor.
Filistin medyası,
Filistin eğitim sistemiyle de bu nefret işleniyor.”

İsrail Cumhurbaşkanı'na soruyorum:

Peki ama Yahudilerin yüreğinde de
Filistinlilere karşı bir güvensizlik yok mu?
İki devletli çözüm olsa,
Filistinliler kendi devletlerini güvence altına aldıktan sonra,
bu kez İsrail devletine karşı cihad başlatırlar,
bunlarla barış olmaz diye düşünmüyor musunuz?
Yahudilerin yüreğinde de bu güvensizlik yok mu?

Katsav'ın yanıt şöyleydi:

Bakın bundan 10 yıl önce başlayan
Oslo Barış Süreci Yahudileri ikiye böldü.
Ama bir süre sonra destek yüzde 80’e çıktı.
Ama bu sürecin sonunu biz değil,
Arafat getirdi. Bizim de güvenliğe,
güvenceye ihtiyacımız var.
Ama biz İsrailliler ikiyüzlü değiliz.

İsrail Cumhurbaşkanı'na,
eski Amerikan Dışişleri Bakanı Kissinger’in bir sözünü hatırlattım:

“Bazı sorunlar vardır çözülmez,
ancak idare edilir.”

İsrail – Filistin sorununun da böyle olup olmadığını sordum.
Dikkat ettim, duraksamadan hayır öyle
değil" diyemedi İsrail Cumhurbaşkanı.
Bir süre durdu, şöyle devam etti: 

Çözülebilir. Ama hala derine giden
çok sorun var. Terör durursa,
bunlar arasında köprüler kurulabilir. 

Gazze’ye hoş geldiniz!
Böylesine bir bataklıkta
ancak şiddet çiçekleri açar!
Şiddet şiddeti doğurur.  

Gazze, 24 Kasım 2004
Upuzun, kasvetli bir koridor.
İki yanı beton duvar, tepesi teneke kaplı.
Yerlere gelişigüzel bırakılmış dikenli
tellerden sakınarak yürümen lazım.
Git git bitmiyor!
İnsanı bunaltmak için
bundan daha iyi dekor olamaz.
İsrail’den Gazze’ye geçiyorum.
Ya da bir Batı Avrupa kentinden
bir anda Doğu’nun en yoksul kasabasına.
İsrail tarafında birkaç saat süren
kontrolden sonra pasaportuma
şöyle bir bakıyor Filistinli asker.
Hayatından bezmiş.
Sakalı bir karış, tespih çekiyor.
El yazısıyla, önündeki kenarları tirfillenmiş,
rengi atmış deftere adımı
ve pasaport numarasını şöyle bir not alıyor.  

Gazze’ye hoş geldiniz!

Etraf mezbelelik.
Toz duman içinde.
Rüzgârda çöpler uçuşuyor,
Çoğu ev, yerle bir.
İsrail tanklarıyla buldozerleri
ne varsa dümdüz etmişler.
Her taraf moloz yığını.
Taş üstünde taş bırakmamışlar.
Kaldırımları bile sürüp atmışlar.
Zaten doğru dürüst olmayan
altyapı yok edilmiş.
İnsanın içini acıtan bir yıkım... 

Böylesine bir bataklıkta
ancak şiddet çiçekleri açar!
Şiddet şiddeti doğurur.

Gazze valisiyle görüşmeye gidiyorum.
Birden bire uçak sesi gibi bir gürültü patladı.
Tedirgin bakışlar bir anda gökyüzüne döndü.  

Bir İsrail helikopteri mi,
bir suikast için saldırıya geçen...

Kendisi için Gazze’nin Allah’ı denilen
Gazze Valisi Muhammed Kutva
diyor ki:  

Tam 13 yıl geçti aradan hâlâ barış kapısını
çalmadı Filistin’in.
Tüm Ortadoğu alev alev yanmaya,
bir cehennem çukurunda yuvarlanmaya
devam ediyor.
Ansızın bir Apaçi helikopteri havadan,
gece vakti vuruyor bir ocağı,
bir aileyi, bir ağacı...
Söyler misiniz ne yapacaksınız?
Topraklarınız işgal altında.
İşgalci vuruyor.
Çiçekle mi gideceksiniz ona?
Herkes bildiği gibi savaşacak işgalciyle...
HAMAS öyle, bu böyle, o öyle savaşacak,
İsrail işgali altındaki toprağını kurtarmak için... 

HAMAS, şiddet, İsrail’e karşı şiddet eylemleri...
Buna dair sorularımla sıkıştırıyorum
ama Gazze Valisi'nin yüz çizgileri değişmiyor:  

Bakın, buraların altyapısını
yerle bir eden İsrail.
Yoksulluğa mahkûm eden de o.
Buradaki radikalleşmeye
İsrail yardımcı oluyor.
İnsanlar umutlarını yitirdikçe,
radikalleşiyorlar.
Toprakları, memleketleri işgal altında çünkü..."


YARIN: 2. bölüm

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2003)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var

 

Yazarın Diğer Yazıları

Özgür Özel'in Erdoğan'la diyalog talebini neden önemsiyorum?

31 Mart penceresini açan CHP, hem kendisini hem Türkiye'yi bundan sonra büyütmek istiyorsa, bunun için siyaset meydanına bir büyük uzlaşma projesi, dört dörtlük bir demokratik anayasa önerisi sunmalıdır

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."