10 Ocak 2020

Yeni Türkiye'nin çelişkileri

Türkiye'nin insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş devlet modellerini savunması ve "eski" Türkiye'nin dış politikasına dönmesi en doğru yol olacaktır

Geleneksel dış politika ilkelerini "eski Türkiye'ye ait" olduğu gerekçesiyle terk eden iktidarın yeni çizgisi hem çözümden çok sorun üretiyor hem kendi içinde ağır çelişkiler taşıyor.

Devletler arasındaki çatışmalarda da iç savaşlarda da "tarafsızlık" ve "yurtta barış, dünyada barış" ilkesiyle hareket eden eski Türkiye'nin bu tutumunu "pasif" bulan iktidar, dış politikada tarafsızlığı terk etti ve aktif dış politikaya geçti. Yeni Türkiye'nin aktif dış politika ile uluslararası alanda "oyun kurucu" bir etkinliğe ulaşacağı ve ülkenin ulusal çıkarların daha iyi koruyanacağı iddiası ediliyordu. Bu yeni politika özellikle Osmanlı coğrafyasında ve Müslüman dünyada Türkiye'yi lider bir konuma getirecekti. Bu nedenle yeni politikaya "yeni Osmanlıcılık" adı veriliyordu.

Demokratik laik çizgiden sapma

Türkiye, Orta Doğu'da demokrasi geleneği olan, laik niteliğe ve çağdaş devlet kurumlarına sahip ilk ve tek örnektir.

Ankara, dış politikasına da bu ilkeleri gözeterek yaklaşan, uluslararası hukuka özenli, hukuktan doğan haklarını kullanmakta tereddüt etmeyen, bölgede tarihi bağları, demokrasisi, güçlü ordusu ve büyük ekonomisi ile ağırlığı olan bir ülkeydi.

Yeni Türkiye, bu ilkeleri ve özellikleri bir kenara bırakarak sadece tarihi bağlar ve din ortak paydasını esas alarak yeni bir politika geliştirdi. İktidarın yeni politikası demokrasinin çok uzağındaki komşularda demokratik, laik, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş yapı ve değerlere sahip modeller oluşturulması yerine dine dayalı modellerin iktidar olması için çaba harcadı.

Ancak, bölge ülkelerindeki gelişmeler Türkiye'nin desteklediği yönde gelişmediği gibi yeni sorunlar doğurdu.

Türkiye'nin hedeflerinden biri Mısır'da Müslüman Kardeşler liderlerinden Mursi'nin iktidarda kalabilmesini sağlamaktı. Türkiye'nin desteği bunu sağlamaya yetmedi. Mursi, Sisi tarafından askeri bir darbeyle devrildi.

Türkiye'nin Suriye'deki hedefi ise Esad rejiminin devrilmesi ve yerine Mursi çizgisine yakın yeni bir iktidar kurulmasıydı. Ankara'nın desteği bu amaca ulaşmaya de yetmedi. Esad ayakta kaldı. Türkiye'nin destekliği İslamcı gruplar iktidara gelemedi. Türkiye'nin askeri olarak kontrol ettiği bölgelerde sıkışıp kaldılar. Bu süreçte ABD'nin desteklediği PKK-PYD siyasi ve silahlı varlığını güçlendirdi. Ancak Türkiye'nin üç askeri harekâtıyla sınırın belli bölgelerinden uzaklaştılar.

Suriye, İsrail ve Mısır'la ilişkileri bozulan, Suriye ve Mısır yönetimlerini tanımayan Türkiye, Doğu Akdeniz'de yalnız kaldı.

Bu yalnızlıktan ve Doğu Akdeniz'deki kuşatmadan çıkmak isteyen Türkiye, çareyi iç savaş halindeki Libya'da Ulusal Mutabakat Hükümeti'yle anlaşmakta buldu. Bu yönelişte hem Doğu Akdeniz'deki kuşatılmışlığı kırmak hem yine İslamcı çizgiye yakın Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni ayakta tutmak amacı vardı. Bu amaçla Libya'ya asker gönderme kararı aldı. Ayrıca Türk askeri dışında başka savaşçıların da bulunacağını açıkladı. Bu açıklamadan sonra Suriye'de İdlib'de sıkışmış bazı silahlı radikal grupların Libya'ya aktarıldığı haberleri de geldi.

Libya'da Birleşmiş Milletler'in tanıdığı Serraj hükümetini bu gerekçeyle desteklediğini açıklayan Ankara, Suriye'de ise Birleşmiş Milletler'in tanıdığı Esad yönetimini tanımayarak ciddi bir çelişkiye düştü. Hafter güçlerine karşı Serraj güçlerini desteklemek ve cephede denge sağlamak üzere asker gönderme ve savaşçı ekipleri öne sürmeye hazırlanan Türkiye, Rusya Devlet Başkanı Putin'in devreye girmesiyle, "darbeci, hukuk dışı" diye nitelediği Hafter'i muhatap tutarak Rusya ile birlikte ateşkes çağrısı yaptı. Üç gün içinde yaşanan bu değişim de kendi içinde başka bir çelişkiydi.

Libya'da olayların nasıl gelişeceği, Hafter güçlerinin ateşkes çağrısına nasıl bir yanıt verecekleri henüz belli değil.

Büyük çelişki

Türkiye, Irak'ta, Suriye'de, Libya'da bu ülkelerin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü savunuyor. Özellikle Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunurken Türkiye'nin toprak bütünlüğünü gözeterek hareket ediyor. Bu ülkelerin parçalanmasının Türkiye'nin de parçalanma riskini artıracağını düşündüğü için toprak bütünlüğünü kırmızı çizgi olarak görüyor.

Irak ve Suriye ise ABD'nin desteğiyle mezhep ve etnik farklılıklar üzerinden bölünme sürecine girmiş durumda. Irak fiilen parçalandı. Bağdat hükümetinin egemenliği dahi tartışmalı bir hâl aldı. Irak'ta mezhep ve etnik aidiyete dayalı iç savaş bir yönüyle devam ediyor. Ayrı şekilde Suriye'de hem mezhepsel hem de etnik temeli dayalı iç savaş devam ediyor.

Aynı farklılıklara dayalı fay hatlarına sahip Türkiye, komşularının ulusal birliği ve toprak bütünlüğünü güçlendirmek için mezhepsel ve etnik çatışmalarda taraf olmaması gerekirken mezhep çizgisine dayalı bir politika izliyor. Bu durumda Türkiye'nin büyük çelişkisin oluşturuyor. Türkiye'yi benzeri politikalar karıştırmak isteyeceklere karşı hamle fırsatı veriyor.

Mezhepsel ve etnik kaygılar taşıyan bir ülke olarak Türkiye'nin mezhep temelli politikalardan arınması,  demokratik, laik, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş devlet modellerini savunması ve "eski" Türkiye'nin dış politikasına dönmesi en doğru yol olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.