17 Temmuz 2019

Türkiye ters yola girmiş araba gibi

Türkiye’nin Atatürk’ten beri uyguladığı yansız dış politikayı “pasif” bulup değiştiren iktidarın, izlediği aktif politikadaki hatalar bizi dünyada hızla yalnızlaştırıyor

Dünya 21. yüzyılda yol alırken Türkiye ters yola girmiş araba gibi.

15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi bu gidişin en ağır sonuçlarından biridir.

AK Parti iktidarının ABD ve FETÖ’yle girdiği yol, Türkiye’yi 15 Temmuz’da ulusal felâketin eşiğine getirdi. Türkiye uçurumun kenarından döndü. Bu gidişin yarattığı tahribat henüz giderilmiş de değil.

AK Parti’nin “dava” dediği Türkiye’yi Atatürk’ün önderliğinde girdiği demokratik, laik; bilime, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş yoldan çevirmekti. Bu çevirmeyi sağlamak için de aynı amacı taşıyan tarikatlarla ittifak içinde çalıştı. FETÖ’nün iktidara fiilen ortak olması bunun en bariz örneğidir. ABD’nin bir aparatı olan FETÖ, her türlü yardımı ve kollamayı gördüğü iktidarı da askeri darbeyle devirmeye kalkıştı.

Türkiye’yi laik bir ülke olmaktan çıkarıp, dini referanslara göre yönetilen bir Orta Doğu ülkesi yapma girişiminin faturasını bütün bir millet ödedi. Ödemeye devam ediyor.

Yurtta kavga dünyada kavga

İktidara geldiği günden bu yana Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarı içeride kavga ediyor. Cumhuriyet tarihinden çıkarabileceği ne kadar husumet varsa hepsini çıkardı; toplumu kutuplaştırmak, siyaseti ikiye bölmek ve bu bölünmüşlükten iktidarını güçlendirmek için kullandı. Kullanmaya devam ediyor. Türkiye’yi kavga yorgunu haline getirdi.

Oysa 15 Temmuz, iktidara, girdiği yolun ters yol olduğunu göstermeliydi. Bu felâketten ders çıkarmalıydı. Hain darbe girişimi atlatıldıktan sonra, Meclis’te tüm partilerin gösterdiği dayanışma, olay sırasında sonrasında Türk basınının demokrasinin yanında yer alışının yarattığı ortam,  Yenikapı’da gerçekleştirilen CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katıldığı milli birlik ve beraberlik mitingi doğru yolu gösteriyordu. Yapılması gereken, demokrasinin ve laik Cumhuriyet’in, Türkiye’nin en büyük ortak paydası olduğunu görmek ve bu yolda daha güçlü bir şekilde ilerlemekti. Laikliği, bilimi esas almak, katılımcı demokrasiyi yaygınlaştırmak, siyaseti sürekli kavga halinden kurtarmak, partiler ve toplum kesimleri arasında diyalog yollarını açmak ve ülkeyi özellikle dış politikada “yurtta barış dünyada barış” ilkesine dönmekti.

İktidar tam tersini yaptı.

Karar alma süreçlerine demokratik katılım kanallarını açmak yerine hepsini kapadı. Söz söyleme, karar alma yetkisini tek kişide topladı. 15 Temmuz’un yarattığı mağduriyet ve beka sorunu üzerinden sistemi değiştirdi. Cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemiyle Türkiye’nin parlamento dahil tüm anayasal kurumlarını etkisiz bir konuma getirdi. Bütün gücü yürütme organına, onu da cumhurbaşkanına verdi.

“Devlet aklı” veya “ortak akıl” denilen ve özellikle ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda devreye giren mekanizmayı dağıttı. Önemli dış olaylar konusunda bilgi vermek ve ortak akıl yürütmek için Meclis’te yapılan açık veya kapalı oturumlar, Milli Güvenlik Kurulu toplantıları, liderler zirvesi, yüksek yargı zirvesi gibi gelenekleşmiş uygulamalar ve kurumlar terk edildi. Her şey Cumhurbaşkanı ve dar çevresinde karara bağlanır oldu.

15 Temmuz’dan sonra da iktidarın dili ve siyaset yapma yöntemi değişmedi. İktidar gibi seçmenin diğer yüzde 50’sinin oyunu alan, aynı parlamentoda görev yapan, 15 Temmuz’da aynı saldırıya uğramış olan muhalefeti; terörist, bölücü, FETÖ’cü, darbeci ilân etti. Her türlü kötülüğün kaynağı olarak muhalefeti, söz edemediği Atatürk yerine İsmet İnönü’yü gösterdi. Bu dil ve siyaset yönteminin artık toplumda eskisi gibi karşılık bulmadığı hatta ters tepmeye başladığı 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçiminde ortaya çıkmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz’un yıl dönümünde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu yuhalattırdığı videoları göstermeye devam etti.

Oysa Türkiye’nin karşılaştığı ağır dış sorunları çözebilmesi için önce iç cephesini güçlendirmeye, bunun içinde iç barışa ihtiyacı var.

Yurtta barış dünyada barış

İktidarın izlediği dış politika sonucunda Türkiye yalnızlaşan bir ülke haline geldi. Şu anda dostluk ilişkisi içinde olduğumuz hiçbir komşumuz yok. Doğu Akdeniz’de, ABD ve Fransa’nın koruması altındaki bir grup ülke tarafından köşeye sıkıştırılmış durumdayız. Mısır ve Suriye ile diplomatik ilişkimiz yok. Suriye’de hem ABD hem Rusya hareket alanımızı sınırlamış durumda, Şam yönetimiyle Rusya üzerinden temas kuruyoruz. ABD, Suriye’nin kuzeyinde PKK devletçiğini oluşturmuş durumda, askeri ve siyasi desteğini sürdürüyor.

Rusya’dan S-400 alarak ABD’ye karşı tutum alıyoruz,  yol açacağı ekonomik ve siyasi sorunu ABD’den de Patriot ve Boing uçakları almaya söz vererek çözmeye çalışıyoruz.

Türkiye’nin Atatürk’ten beri uyguladığı yansız dış politikayı  “pasif” bulup değiştiren iktidarın, izlediği aktif politikadaki hatalar bizi dünyada hızla yalnızlaştırıyor.

Yaşadığımız iç ve dış ağır sorunların ortaya çıkardığı gerçek şu ki; Türkiye bir an önce demokratik-laik yapısını güçlendirmeli, eğitimde, üretimde bilimi esas almalı, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkelerine sık sıkıya sarılmalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.