30 Ekim 2019

Şam’ın egemenliği kimin işine gelir?

Ankara, stratejik hedeflerinin gereği olarak Şam’la doğrudan diyalog ve işbirliğine yönelirse daha güçlü bir konuma gelebilir

ABD Başkanı Trump, başkanlığının üçüncü yılında yeniden seçime hazırlanırken,  DAEŞ terör örgütünün lideri Ebu Bekir El Bağdadi’yi  bir operasyonla yok ederek sahneden çekti. Tıpkı üçüncü yılında ikinci seçimine hazırlanırken

Obama’nın Usame Bin Ladin’i bir operasyonla ortadan kaldırması gibi…

Bu operasyon Kongre’de büyük sıkıntı yaşayan Başkan Trump’ın elini güçlendirecek ve yeniden seçilme şansını artıracak bir etki yaratacaktır. Ancak kısa sürede DAEŞ’i ortadan kaldırmayacağı gibi ABD’nin Suriye politikasını da değiştirmeyecektir.

Normal koşullarda DAEŞ yenildiğine ve lideri de öldürüldüğüne göre “DAEŞ için Suriye’de” bulunan ABD’nin, Başkan Trump’ın birkaç kez açıkladığı gibi bu ülkeden çekilmesi gerekir. Tabii ABD’nin böyle bir niyeti yok. Suriye’de varlığına gerekçe olan DAEŞ tümüyle tükense de ABD Suriye’den çekilmeyecektir. “Müttefikim” dediği PKK-YPG ile şimdiki gerekçesi Suriye petrol sahasını kontrol etmek üzere orada kalıcı görünüyor.

Türkiye bu gerçeği unutmamalı…

İdlib’in statüsü

Türkiye’nin konumuna bakalım…

Bağdadi’nin İdlib’in köyünde yok edilmesi İdlip sorununun Türkiye’nin önüne getirilmesi sürecini hızlandırabilir.  İdlib, DAEŞ’ten türemiş HTŞ’nin kontrolünde. Bu konuda Rusya ve Suriye, Türkiye’yi sıkıştırıyor. İlk Soçi mutabakatında Türkiye İdlib’i bu terör örgütünden temizlemeyi üstlenmişti. Ancak bu yönde bir girişimde bulunmadı. Suriye’de DAEŞ ve benzeri ne kadar terör grubu varsa hepsi İdlib’te toplanmış durumda. Rusya ve Suriye zaman zaman bu gruplara operasyon yapıyor. Suriye ordusu da İdlib’i güneyden kuşatmış durumda.

Bu koşullar altında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in Soçi’de vardıkları mutabakata “İdlib’te statünün korunması” maddesini koyan Türkiye’nin eli zayıflamış durumda. Bağdadi’nin de İdlib’te ortaya çıkması, HTŞ’nin egemenliğini sürdürmesi karşısında Türkiye’nin İdlib’in mevcut statüsünü daha ne kadar koruyabileceği kuşkuludur.

Erdoğan ile Putin Soçi’de mutabakat açıklarken Beşar Esad’ın İdlib’te boy gösterip askerleriyle buluşması ve Türkiye aleyhine sert açıklamalar yapması da bu yöndeki güçlü işaretlerden biridir.

Şam’ın egemenliği

Suriye içsavaşının sonuna yaklaşıldığı bugünlerde en önemli ve en sorunlu konu olarak İdlib’in durumu görünüyor. İdlib de terör örgütlerinden arındırılırsa, Suriye sorunu büyük ölçüde masada çözülme aşamasına gelmiş olacaktır.

Rusya’nın nihai hedefinin Şam’ın ülkenin bütününde egemen hale getirilmesi olduğu biliniyor. Rusya Suriye’yi Esad yönetimi altında bir arada tutmayı amaçlıyor. Ancak kastettiği Suriye eski Suriye değil. Moskova’nın anayasa önerisinde PKK-YPG’nin egemenliği altındaki Kürtlere özerklik statüsü verilmesi var. ABD’nin amacı da mümkün olduğu kadar Şam egemenliğinin dışında bir PKK-YPG bölgesi yaratmak. Üniter yapıda güçlü bir Şam yönetimi Rusya’nın da ABD’nin de işine gelmiyor. Oradaki varlıklarını sürdürmek ve güçlendirmek için ikisinin de zayıf bir Şam yönetimine ihtiyaçları var. Zayıf bir Şam, bölünmüş bir Suriye isteyen bir diğer ülke de İsrail.

Üniter bir yapı ve güçlü bir Şam egemenliği stratejik hedeflerine uyan iki ülke var: Suriye ve Türkiye…

Bu tablo en yakın çalışması ve en güçlü işbirliğine yönelmesi gereken iki ülkenin Türkiye ve Suriye olduğunu gösteriyor. Ancak, son dönemlerde tutumunda yumuşama görülse de Ankara, Şam’la doğrudan ve güçlü bir işbirliğine yanaşmıyor. Esad’ın gitmesi konusunda beklentisini sürdüren bir tek Türkiye kaldı.

Elbette Esad’ın savaş boyunca yaptıkları kabul edilemez. Esad, sütten çıkmış ak kaşık değil. Bu ayrı bir konu. Esad’ın yaptıkları uluslararası yetkili ve ilgili kurumlar tarafından takip edilecektir, edilmelidir. Siyasi karar ise kuşkusuz Suriye halkına aittir.

Somut koşullara bakıldığında ise Ankara, stratejik hedeflerinin gereği olarak Şam’la doğrudan diyalog ve işbirliğine yönelirse daha güçlü bir konuma gelebilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.