12 Şubat 2020

Kılıçdaroğlu’nun siyasi ayak hamlesi

AK Parti ile Gülen cemaati arasında, 17-25 Aralık 2013 olaylarına kadar simbiyotik bir ilişki bulunduğu söylenebilir

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "FETÖ’nün siyasi ayağını açıklayacağım" dediği, ancak deprem ve çığ felâketleri nedeniyle üç hafta ertelediği konuşmasını dün partisinin grup toplantısında yaptı.

Kılıçdaroğlu, "FETÖ'nün siyasi ayağı Recep Tayyip Erdoğan’dır" dediği konuşmasında 1999 yılından günümüze kadar örnekler verdi. "FETÖ’nün elemanlarını devletin kılcal damarlarına, en etkili makamlarına yerleştiren siyasi otorite kimse FETÖ’nün siyasi ayağı o siyasi otoritedir" diye konuştu.

Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 2004’teki Fetullah Gülen’le ilgili tavsiye kararını Başbakan olarak Tayyip Erdoğan’ın rafa kaldırdığını ve bunun toplumsal ve siyasal sorumluluğunu üstlendiğini belirtti. Bu bilginin o dönemin Başbakanlık Müsteşarı’nın kitabında yer aldığını açıkladı.

Kılıçdaroğlu ayrıca OHAL raporundan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesinden pasajlar okuyarak, hükümetin Gülen cemaatinden gelen talepleri atama kararı, kanun hükmünde kararname, yasa değişikliği veya yeni yasa çıkararak, son olarak da 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile yerine getirdiğini vurguladı. Yüksek yargıya yapılacak atama koşulları ile albaylıkta ve generallikte bekleme sürelerini değiştiren düzenlemeleri örnek göstererek, bu düzenlemeler sonrasında FETÖ’nün yüksek yargıya ve üst komutanlıklara yerleştiğini ve devletin kontrolünün Erdoğan tarafından FETÖ’ye teslim edildiğini söyledi.

Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesinin nedenlerinden birinin son zamanlarda kendisinin ve partisinin "FETÖ’nün siyasi ayağını oluşturduğu" yönünde iktidar ve iktidar yanlılarından gelen iddialar olduğu anlaşılıyor.

İktidarın kendine yöneltilen eleştiri ve suçlamaları kabullenmediği gibi bir süre sonra aynı iddia ve ithamları muhalefete ve özellikle de CHP’ye yönelttiği biliniyor. Ekonomik, siyasi sorunları CHP tarihine bağlaması, çözüm süreci yürütmüş olmasına rağmen CHP’yi PKK yandaşı olmakla itham etmesi örneklerinde olduğu gibi…

İktidar sözcüleri, aynı yöntemi FETÖ konusunda da kullandılar. 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "aldatıldıklarını" söyleyerek "Allah’tan ve milletten af" dilemesine, "Gülen cemaatini aynı menzile farklı yollardan giden bir hareket" olarak tanımlamış olmasına karşın, son dönemde Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi FETÖ’cülükle suçlamaya başladı. PKK ve FETÖ konusunda yapılan hataları ve sorumlulukları da CHP’ye yükleyen bir çaba içine girdi.

Kılıçdaroğlu, dünkü konuşmasıyla, iktidar cenahından gelen "FETÖ"cü ithamına yanıt vermiş oldu.

Kuşku yok ki, Kılıçdaroğlu’nun "FETÖ’nün siyasi ayağı Erdoğan’dır" sözüne, iktidar tarafından yanıt verilecek ve ithamlar sürdürülecektir.

Kısa bir süre önce MHP’nin, Kılıçdaroğlu hakkında "HDP ile ilişkileri" iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğu da anımsanırsa, dokunulmazlığının kaldırılması girişimi olasılığı da dahil iktidarın temel hedefi olacağı tahmin edilebilir.

Kılıçdaroğlu’nun başarılı şekilde kurup güçlendirdiği Millet ittifakını dağıtmak için önce İyi Parti ve lideri Meral Akşener’e yüklenen iktidar bloğunun bu taktiği tutmayınca bu kez Kılıçdaroğlu’na daha fazla yüklenmesi yüksek olasılıktır.

Simbiyotik ilişki

AK Parti ile Gülen Cemaati arasında, 17-25 Aralık 2013 olaylarına kadar simbiyotik bir ilişki bulunduğu söylenebilir. AK Parti ve Cemaat, yaşamak için birbirine muhtaç olan, birbirleriyle yardımlaşarak, dayanışarak hayatta kalan iki organizma gibi, Erdoğan’ın ifadesiyle aynı menzile yönelmişlerdi.

Bu çalışma tarzı, iktidarın 2013’te FETÖ'nün arka bahçesi konumundaki dershaneleri kapatması, buna karşılık FETÖ’nün emniyet ve yargıdaki elemanlarıyla bazı iş insanlarına operasyon yapması, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı gözaltına almak için harekete geçmeleriyle bozulmaya başladı ve nihayet 17-25 olayları ve 15 Temmuz darbe girişimiyle çatışmaya dönüştü.

Bu simbiyotik ilişkinin nedeni AK Parti ile Gülen Cemaati’nin birbirlerine duydukları ihtiyaçtır.

AK Parti iktidarda yerleşmek, asker-sivil bürokratik oligarşi olarak tanımladığı devlet kurumlarını etkisiz kılmak için o zamanki adıyla Gülen Cemaati’nin kadrolarına ihtiyacı vardı. Gülen Cemaati’nin de asker-sivil bürokrasiye soktuğu elemanlarını devletin üst makamlarına taşımak ve tam kontrole ulaştığında da devleti tümüyle ele geçirmek için AK Parti iktidarına ihtiyacı vardı.

Nitekim AK Parti iktidarı, asker ve sivil bürokrasiyi, emniyette, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ve yargıdaki yapıyı; hem yaptığı atamalar hem emekliye sevk edilenlerin boşalttığı makamlara Gülen Cemaatin’nin kadroları arasından yerleştirmeler yaparak değiştirmeye başladı. Kaymakamlar, valiler, emniyet müdürleri, polis amirleri, polis okulları atamaları, hakim ve savcı alımlarıyla başlayan bu bürokratik değişim hızlandı ve yaygınlaştı. Kılıçdaroğlu’nun örneklerini verdiği Anayasa değişikliği sonrası yüksek yargıya yapılan atamalar, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve benzeri davalarla tasfiye edilen komutanların yerine de FETÖ’cü askerleri terfi ettirerek amacına ulaştı.

AK Parti, hükümet dışında da devletin anayasal kurumlarının iktidarın kontrolüne girmesinden memnundu. Simbiyotik yaşam meyvesini vermişti.

Aynı şekilde FETÖ de memnundu. Planladığı gibi iktidar üzerinden elemanlarını devletin kılcal damarlarına kadar sokmuş ve en önemli kurumlarda önemli makamlara yerleştirmişti.

AK Parti’nin hesaplayamadığı, devletin zirvesine yerleşen FETÖ’nün bu gücü kendisine karşı da kullanabileceğiydi. Bir askeri darbeyle hükümeti devirip Türkiye Cumhuriyeti’ni tümüyle ele geçirmeyi planladığını görememiş, bu yönde yapılan uyarıları, MGK tavsiyelerini, muhalefetin eleştirilerini dikkate almamış, doğru bildiği yolda sonuna kadar Gülen’le birlikte yürümüştü.

Ta ki, Gülen Cemaati'nin FETÖ olup 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimiyle karşılaşıncaya kadar.

Kılıçdaroğlu’nun bu süreci 2004 MGK kararına kadar geriye götürmesine karşın, iktidarın FETÖ için 17-25 Aralık olaylarını milat almasının nedeni, önceki dönemdeki simbiyotik ilişkiyi yok saymak istemesindendir.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.