02 Eylül 2020

Keyfi yönetim, keyfi mücadele

Yasayla düzenlenmesi gereken bir konu Cumhurbaşkanı kararıyla düzenlenebiliyor. Salgınla mücadele ise bilimin değil siyasetin öncülüğünde yapılıyor

Türkiye'de giderek keyfi bir yönetim anlayışı yerleşiyor.

İktidarın aldığı kararların anayasaya, yasalara, hukuka veya bilime dayanması gerekmiyor. Yasayla düzenlenmesi gereken bir konu kararname ile bile değil sadece Cumhurbaşkanı kararıyla düzenlenebiliyor. Salgınla mücadele ise bilimin değil siyasetin öncülüğünde yapılıyor.

Keyfiliğin çok çarpıcı örnekleri var…

Korona salgını nedeniyle valiliklere gönderilen genelgeyle 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları çelenk koyma dışında kısıtlanıyor. Bir gün sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, sel felaketine uğrayan Giresun'da miting yapıyor. Mitinge katılanlara ne maske, ne mesafe kuralı uygulanıyor. Sanki normal zamanlardaymışız gibi normal bir miting düzenleniyor.

Lozan Antlaşması'nın yıl dönümü olan 23 Temmuz'da Anıtkabir salgınla mücadele için ilaçlama yapılıyor bahanesiyle kapatılıyor, aynı gün Ayasofya'nın ibadete açılması nedeniyle Türkiye'nin her yerinden 350 bin kişi İstanbul'a getirilip yine maske ve mesafe kuralına uymadan toplu namaz kıldırılıyor. 

Bunlar da gösteriyor ki, Korona salgınıyla mücadele bilime göre değil siyasete göre keyfi bir biçimde yürütülüyor.

Öyle olunca da Türkiye salgının en hızlı yayıldığı ülkeler arasına giriyor. Bu aylarda 100'ün altına inmesi beklenen yeni vaka sayısı, Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre bin 500'ü aşmış durumda. Vefat sayısı günlük 45 civarına ulaştı.

Tabii bu da artık inandırıcılığını kaybetmiş olan Sağlık Bakanlığı verileri.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, her gün açıklanan vaka ve vefat sayılarını gösteren tablonun altına, "tedbiri elden bırakmayalım" diye bir tasfiye ekliyor ve "mücadele" bu düzeyde gidiyor.

Türk Talipleri Birliği (TTB) salgın ortaya çıktığından beri ısrarla vakaları takip ediyor ve kamuoyuna açıklıyor. Alınması gereken önlemleri duyuruyor. Ancak, Sağlık Bakanlığı bırakın TTB'nin bu açıklamalarını dikkate almayı, randevu talebine yanıt bile vermiyor. Üyeleri cephede Koronavirüs'le mücadele ederken ve o uğurda virüs kapıp yaşamını yitirirken Sağlık Bakanı TTB'yle görüşmüyor. 

Bu da ayrı bir keyfilik…

Bir diğeri de açıklanan rakamlarla yaşananların birbirini tutmaması. 

Sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın açıkladıkları vefat ve vaka sayıları, Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı rakamlardan çok daha yüksek. Benzeri rakamlar Diyarbakır'dan, Konya'dan da geliyor. TTB Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, Ankara'nın sadece Çankaya'sında günlük vaka sayısının 400'ün altına düşmediğini söylüyor, Sağlık Bakanlığı'nın o günlerde bütün Türkiye için açıkladığı vaka sayısı 1000'in az üzerinde oluyor. Vefat sayıları da öyle. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Yavaş, Türkiye'de toplam vefat sayısının 22 olarak açıklandığı gün sadece Ankara'da 17 vefat olduğunu açıkladı.

Peki bu durumda halk Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı rakamlara nasıl güvenecek? Nitekim güvenmiyor. 

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca artık televizyonlarda detaylı açıklama yapmıyor. Gazetecilerin sorularını yanıtlamıyor. Sorumluluğu vatandaşa yüklemiş, "maske takın, mesafeye dikkat edin" tavsiyesi dışında bir şey demiyor. 

İktidar, bugüne kadar alınan bütün kararları "Bilim Kurulu'nun tavsiyesi"ne dayandırıyordu. Ancak Bilim Kurulu üyeleri de eskisi kadar televizyonlarda gözükmüyorlar. Bilim Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Tevfik Özlü, "Bugüne kadar alınan kararları biz vermedik" diye açıklama yaptı. Kararlar Bilim Kurulu'nun tavsiye ettiği kararlar değilse, o kurula ne gerek var? Siyasi iktidar, kararların siyasi faturasını üzerinden atmak için "biz vermedik Bilim Kurulu'nun tavsiyesi" diyerek "elden bir şey gelmez" havasındaydı. Bilim insanı olarak kararı veremiyorsanız, tavsiyenize uyulmuyorsa o zaman böyle bir siyasi oyuna alet olmaya ne gerek var?

Rakamların ve kararların keyfiliği sadece salgınla mücadele ve milli bayramlar için geçerli değil. 

Ekonomik göstergelerde de durum aynı…

2018 yılında 28 milyon olan çalışan sayısı 2020'de 25 milyona düşmüş ancak Türkiye'de işsizlik artmıyor, "360 bin azaldı" diye tablo açıklanabiliyor, demeç verilebiliyor.

"İster inan, ister inanma" keyfiliğine bir başka örnek…

Yıllık enflasyon taş çatlasa yüzde 12'yi zor buluyor… 

Sadece gıda ürünlerinde pazarda veya markette fiyatların seyrine bakıldığında bazı ürünlerde artış yüzde 53'ü geçiyor. Bazı ürünlerde yüzde 30 bazılarında yüzde 25 fiyat artışı var…

Veya Koronavirüs salgınının ekonomide yarattığı daralma…

İkinci çeyrekte tam olarak yüzde 9.9 olarak duyuruluyor. Televizyonlarda bir sevinç, "ekonomide daralma tek hanede kaldı, en iyi Türkiye" yorumları. İkinci çeyrekte daralma yüzde 10 değil, yüzde 9.9 olarak hesaplanmış. Çift haneli olmamış.

İster inan ister inanma…

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.