Abi senin beynin tüm bu olaylar yaşanırken (yani aortun yırtılırken, bir yandan da kalp krizi geçirirken) oksijensiz kalmamış! İnanılmaz ama durum bu!
Yani beyninin hasar görmemiş olma ihtimali gayet yüksek!
Hayatımda üst üste üç ünlemli cümle kurmamış olabilirim ama bu bilgiyi öğrenince “üç ünlemlik” heyecanlandım Sırrı Abi.
Eğer durum buysa kalbin ritmini bulduğunda, organların rutin meşguliyetlerine döndüklerinde aklı fikri yerinde, eli ayağı tutan, bildiğimiz Sırrı Süreyya olarak aramızda olma ihtimalin hiç de az değil! (Al bir ünlem daha.)
Bunun için biraz daha uyumana karar verdi doktorlar. Yani üç gün değil, beş gün uyutulacaksın.
Kardeşin Ali’yle tanışma ve biraz sohbet etme fırsatı buldum bugün. “Doktorlar bu uyku halinin organlarına iyi geldiğini söylüyor, kendilerini tamir ediyormuş organlar” diyor.
Sağlığınla ilgili iki haberim daha var: Ameliyatına girmeyen ama aynı hastanede çalışan bir kardiyolog senin yanına girdiğinde gördüğü şeyi tek bir kelimeyle tanımlamış: “Mucize!”
Evet, mucize demiş çünkü senin bu kadar kısa sürede gerçekten etrafında olanlara tepki verdiğini görmüş.
Yanına sadece kızın Ceren girebiliyormuş. Keza ona da tepki vermişsin. Ceren sana “Haydi baba, kalk. Bak dünyanın en iyi uzmanları bakıyor sana. Kalk artık” dediğinde gözle görülür şekilde tepki vermişsin. Basbayağı duyuyorsun Ceren’i. Yani kalkabilirsin.
Zaten Ceren’in dün senin için attığı “Diren baba” tweet’i hastanenin tam karşısına pankart olarak asıldı.
Fotoğraf: Eray Özer
Ayrıca hastane koridorlarında “Böyle bir mucize ancak Sırrı’yla yaşanabilirdi. Birazdan sahiden kalkıp ‘Ya ne bağırıyorsunuz başımda’ dese şaşırmayacağımız tek insan Sırrı olabilir” diye konuşuluyor. Bilesin.
Sırrı Abi, sana gelenleri burada tek tek sıralayamam çünkü okurken sıkılırsın. Ayrıca yerim yetmez. Ama şöyle anlatayım: Kimler gelmedi listesi yapsak bir paragraf tutmaz.
92 yaşındaki Altan Öymen de oradaydı, Cumartesi Anneleri de TİP’liler de CHP’liler de AKP’liler de…
Cumartesi Anneleri hastanenin önünde (Fotoğraf: Eray Özer)
Kardeşin Ali çok güzel tarif etti hastanenin durumunu: “Burada bir üzüntü hali, bir umutsuzluk olması lazım ama yok. Aksine umut var herkeste, moral var. Herhalde Sırrı yüzünden böyle…”
Dün gündüz gelenleri karşılamak için kafeterya kullanılıyordu, akşam saatleri itibarıyla hemen yanındaki oda bir tür “Karşılama Odası” olarak belirlenmiş. DEM Parti milletvekilleri ve yöneticileri misafirleri artık burada ağırlıyorlar.
Eğer gelen “ağır toplardan” biriyse yandaki kafeteryada da bir dalgalanma oluyor. Bugün en büyük dalgalanma Ahmet Türk’te oldu. Ona selam vermek isteyenler, kendini tanıtmak isteyenleri görünce daha iyi anladım Ahmet Türk’ün Kürtler için ne anlam ifade ettiğini.
Bu arada, yine sohbet sohbeti açarken duydum, İmralı’ya geliş gidişlerde Ahmet Bey’e takılıyormuşsun her zamanki gibi: “Abi hep senin hastalığın konuşuluyor, ben arada kaynıyorum ama bakma benim hastalıklar da hiç fena değil!” Öyle oldu be Sırrı abi. Hayat bir acayip. Ahmet Bey seni ziyarete geldi bugün. Neyse… Çok hislenmeden devam edeyim.
Cihangir tayfasından da üç ziyaretçin vardı: Yıldırım Türker, Gülsüm Ağaoğlu ve Sevilay Demirci. Notlarına eklensin.
Çok önemli bulduğum bir şeyi en sona bıraktım. Abi henüz 48 saat dolmadı ama orası, yani hastane, çok farklı bir yer oldu. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Tövbeler tövbesi, keşke sen sapasağlam olsaydın da bunları hiç konuşmuyor olsaydık. Lakin yine ancak ve ancak senin bu kadar ciddi bir rahatsızlık yaşamanla olabilecek bir şey oldu: Seni bekleyenler, Türkler ve Kürtler, muhafazakârlar ve sekülerler, zenginler ve fakirler, okumuşlar ve okumamışlar, yaşlılar ve gençler… Yani ne bileyim Türkiye denen mozaiği tarif eden herkes o bekleme salonunda buluştu.
Orada, en azından benim hayatımda hiç görmediğim, bir sosyoloji oluştu ve oluşmaya da devam ediyor.
Sanki bu kavgada savaştan yorulan, barışa kavuşmayı canı gönülden arzulayanlar yan yana geliyor ve bu yan yana geliş kendiliğinden barışı tarif ediyor.
Tekrar söylüyorum: Keşke hiç olmasaydı. Keşke sen birazdan kendine gelsen de dağılsa o büyük kalabalık. Ama bilmeni isterim ki hastalığın bile, tıpkı tatlı dilin gibi, birbirine tutunmak isteyen, dövüşmekten yorgun düşen, birbirine yabancı koskoca bir kalabalığın; birbirine tutunmanın acıları nasıl da tamir ettiğini hissetmesini sağladı.
Böyle dedim diye nazlanmak yok ama rica ediyorum abi.
Direnmeye de hızla iyileşmeye de devam!
Torunun Can(o) seni bekliyor, bu yazıların ömrü ne kadar kısa olursa hepimiz o kadar mutlu olacağız.
Saygılar abi.
NOT: Bir şeyi eklemek isterim. Biz gazeteci tayfası da dahil olmak üzere insanların ekseriyeti hep olumsuzlukları dillendirir. Öyle yapmayalım. Florence Nightingale Hastanesi hem yönetimi, hem süreci idare ediş biçimi hem de çalışanların davranışlarıyla gördüğüm kadarıyla tebriği hak ediyor. Girişteki o büyük kalabalığa karşı çok güler yüzlü, sabırlı ve saygılılar. Umarım böyle devam eder. Ellerine sağlık.
Eray Özer kimdir?
Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi.
Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti.
Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı.
Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.
|