29 Ocak 2024

Yerel seçimlere değil ertesi güne odaklanmanın dayanılmaz hafifliği

Doğru veya yanlış, bugün yerel seçim diye konuşulan, tartışılan, herkesin meraklandığı ve odaklandığı tek yerel seçim Ekrem İmamoğlu mu Murat Kurum mu seçimi artık. Seçim akşamı seçmenin de kameraların da bakacağı, konuşacağı, hayal kırıklığı ya da neşe, umut ya da umutsuzluk yaşayacağı yerel seçim sonucu İstanbul belediye başkanlığı seçimleri olacak

Dokuz yıllık seçim rallisinin son etabı olan yerel seçimlere yaklaşırken partiler ve kamuoyu adayların kimlikleriyle meşgul. Seçmen ise hanesinin geçimi, dirliği, düzenliğiyle. Seçmen siyasete de yerel seçime de ilgisini kaybetmiş görünüyor.

Bu yarılma nedeniyle sokaklarda henüz seçim havası yok. CHP'li aday adaylarının afişleri, haklarındaki dedikodu furyaları, ekranlardaki tartışmalar da olmasa ne seçimin sonucu ne de adayların kimler olacağı merakı seçmenin gündeminde yok henüz.

Dokuz yıldır süren seçim rallisinin yorgunluğu mu, iddialarını kaybetmiş muhalif partiler ve seçmenleri mi, ekonomik ve siyasi yakın geleceğin olası gerginliklerine kaygılı bekleyiş mi bilinmez. Özellikle de muhalif seçmen iddiasını, heyecanını kaybetmiş durumda. Gençler ülkenin ve siyasetin geleceğine güvensizlikleri nedeniyle siyasete ve gönüllü örgütlenmelere dahil olma arzularını küllenmeye bırakmış durumdalar.

Geçen haftaki yazımda değindiğim gibi ülke demografik olarak değişiyor, ilçe ve il merkezlerine yığılma devam ediyor, gündelik yaşam pratikleri kentlileşiyor, kimlikler, kutuplaşmalar, endişe ve korkular gibi bir dizi nedenle artık uzun bir süredir yerel seçimlerdeki seçmen davranışı genel seçimlerdekine paralel seyrediyor.

Göç veren, nüfusu azalan özellikle de genç nüfusu azalırken yaş ortalaması yükselen, yerleşik nüfus oranı yüksek ama toplam nüfus ve seçmen oranı içindeki payı giderek azalan, yerleşiklik nedeniyle tanışlığın yüksek olduğu ilçe, kasaba ve beldedeki seçmen için adayın ismi önemli elbette. Onun dışındaki büyük coğrafyada ve büyük seçmen kümelerinde yerel seçim ile genel seçim arasında özel farklılaşmalar giderek kayboldu. 

Yerel seçim söylemleri, tartışmaları, kampanyaları genel seçimin, ulusal gerilim ve tartışmaların yerellerde tekrarlanmasından ibaret hale dönüştü. Belki tek fark tüm siyasetçiler projeciliği ve vaat edilen proje listeleri yapmayı öğrendikleri için alt alta projeler sıralanıyor. Ama üşenmeyip listelesek ilçelerin ve illerin proje vaatlerinin bile çok büyük kısmının hatta farklı partilerin adaylarınınkilerin bile birbirinin benzeri olduğunu göreceğiz.

Diğer yandan ülkedeki iktidar yandaşı ve karşıtı kutuplaşma o denli derinleşti ve yoğunlaştı ki bu kutuplaşmanın ürettiği zihni ve ruhi ambargo tüm gerçekliklerin algılanmasını, beklentilerin şekillenmesini ve siyasi davranış ve tercihlerin her seçimde tekrarlanmasını üretiyor. Seçim yerine kimlik ve hayat tarzı kümelerinin sayımını tekrarlıyoruz bir bakıma.

Demografik ve sosyolojik değişime karşın siyaset ve seçimler kimlikler ve kutuplaşmanın ürettiği psikolojik zeminde önemini kaybediyor neredeyse. Toplumun yarısını oluşturan muhalif blok partilerinin seçmeninde seçimi kaybetme mucizesini göstermiş aktörlerine öfke, yerel seçimlere dair umutsuzluk derin. Toplumun üçte ikisini oluşturan gidişattan rahatsız seçmende gidişatı değiştirecek bir siyaset, siyasi aktör eksikliğinin ürettiği çaresizlik duygusu siyasete güvensizliği derinleştiriyor.

Tüm bu büyük tablo içinde yerel seçimlere dair tek bir siyasi iddia, sonuca dair merak var. Seçmen de kamuoyunun da ilgi ve merakta ortaklaştığı tek nokta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri.

Yeni bir siyasal strateji

Doğru veya yanlış, bugün yerel seçim diye konuşulan, tartışılan, herkesin meraklandığı ve odaklandığı tek yerel seçim Ekrem İmamoğlu mu Murat Kurum mu seçimi artık. Seçim akşamı seçmenin de kameraların da bakacağı, konuşacağı, hayal kırıklığı ya da neşe, umut ya da umutsuzluk yaşayacağı yerel seçim sonucu İstanbul belediye başkanlığı seçimleri olacak.

İstanbul yerel meclis seçimleri partilerin de kamuoyunun da seçmenin de umurunda değilmiş gibi bir görüntü var örneğin. Halbuki İmamoğlu veya Kurum'un hangisinin kazanacağı kadar İstanbul Büyükşehir Meclisi'ndeki dağılım çok önemli. Başkanlığı kimin kazanacağı muhalefetin, özellikle CHP ve İmamoğlu'nun siyasi geleceğini belirleyecek. Öte yandan yerel meclisteki kombinasyon seçimlerden sonra iktidarın neyi, nasıl yapacağının da ipuçlarını verecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Meclisi oyları yalnızca İmamoğlu'nun siyasi kariyerini değil gerçekten ülkenin 2028'e kadar yaşayacaklarına dair de en önemli ipuçlarını verecek. İstanbul seçim olasılıklarına dair analizleri gelecek haftaya bırakarak devam edeyim.

Bu durum sağlıklı değil. Her şeyden önce ülkenin demografik ve sosyolojik değişimi nedeniyle yalnızca İstanbul değil metropoller farklılaşıyor, çeşitleniyor. Her bir metropolün nüfus dokusu, sosyolojik ve kültürel çeşitliliği, coğrafi dokusu-imkanları-riskleri, ekonomik aktör ve dinamiklerinin kapasitesi gibi birçok dinamik ve unsur var dikkate alınması gereken. Bu nedenle her bir metropolün meseleleri de fırsatları ve riskleri de farklı. Bu gerçekliğe karşın ülke giderek daha merkeziyetçi, tek tipli, tek çözüm formüllerine dayalı bir yönetim anlayışa teslim olmuş durumda. Metropoller ve hatta ilçeler bile aynı kimliksiz, kişiliksiz, birbirinin kopyası binalar, apartman tarlaları, beton kaplı meydanlara ve başkanların inayet ve maharetine teslim olmuş yardım projelerine sıkıştırılmış durumda.

Yerelliği ve yerel yönetimleri güçlendireceğimize, temsili demokrasinin krizini yerellerdeki katılımcılıkla aşmayı deneyeceğimize merkezi idareye daha da bağımlı yerel yönetimler, Cumhurbaşkanı'na bağlı il sekreteryaları oluşturulmaya çalışılıyor.

Dağılmış, keyfileşmiş, şeffaflıktan ırak sosyal politikaları yerellerden nasıl inşa edeceğimizi tartışamıyoruz bile. Sosyal devlet politikalarını yalnızca erzak ve süt dağıtımına indirgedik. Sağlık, eğitim, kalkınma, bölüşüm, iklim ve çevre politikalarında da her bir metropol yönetimi tümüyle ulusal yönetime bağımlı hale getirilmeye çalışılıyor. Doğal olarak da bu merkezileşme ve tek tipli çözüm dayatmalarıyla hiçbir metropolün derdi de çözülmüyor, metropoller yeni siyasetin de yeni ekonomik modellerin filizlendiği yerler de olamıyor.

İktidar ideolojik olarak tek tipliliği ve merkezileşmeyi öne koydu. "Yerli ve milli" gerekçesi, "güçlü devlet" arzusu tüm idari, siyasi ve sosyal hayatı manipüle ediyor.

Bu gidişata karşı çıkması gereken, çoğulculaşmayı, demokratikleşmeyi, katılımcılığı, hesap verebilirliği, şeffaflığı yerellerden başlayarak yeniden inşa etme iddiasını üretmesi gereken muhalif aktörler.

Seçmendeki rahatsızlığı, memnuniyetsizliği, umutsuzluğu aşmayı sağlayacak yeni bir siyaseti denemesi gereken de muhalif aktörler ve başta ana muhalefet partisi olarak CHP.

CHP'nin yerel seçimlere dönük böylesi kapsamlı, derinlikli ve yeni bir vizyondan beslenen yeni bir siyasal stratejisi de görünmüyor henüz. Muhalefetteki diğer aktörlerin de yok. Bazıları tümüyle ortadan kaybolmuş durumda, bazıları kendi iç meselelerine dalmış durumda. CHP ise genel başkan değişimine karşın yerel seçim adaylarını belirleme sürecini yönetememekle meşgul.

Parti içi demokrasi olmadığı, "tüm adayları ön seçimlerle partililer seçecek" diyen bir zihniyet olmadığı için araştırma şirketlerinin bulguları bekleniyormuş. Ön seçim yapamamaları bir yana örgüt ve adayları bir araya getirip tartışma zemini oluşturmak da düşünülmüş değil. Adaylar arası ve parti içi rekabet fikri ayrılıklardan oluşmayıp kişisel ilişki ve gruplaşmalar üzerinden yürüyor. Bu da parti içi siyasi rekabetin ilkeler ve marifet üzerine değil şahsiyet üzerinden yürümesini üretiyor, normalleştiriyor. Kimse farkında mı bilmiyorum ama yaşananlar aday adayların rekabetini aşmış ağır dedikodulara, çıkar ilişkilerine ve asıl siyasi mobbing'e dönüşmüş durumda.

Bunca şeyden sonra örgütsel enerji nasıl yükseltilecek, adaylar ve örgütlerin ortak tutku, heyecan ve gayreti nasıl örgütlenecek sorusunu soran da yok galiba. Hep böyle olur bizde işler diyenlere cevabım tam da bu nedenle hep kaybediliyor.

Süreç böyle geliştikçe, ortada bir siyasal strateji olmadan iletişim ve seçim kampanyalarıyla seçimi kazanmanın mümkün olacağı sanılıyor. Seçmenin kendiliğinden kimliğinden, kutuplaşmanın zihni ve ruhi ambargosundan kurtulacağı varsayılıyor, her bir siyasi aktörün de CHP adayları etrafında konsolide olması bekleniyor.

İktidar blokunun siyasal stratejisi belli, yalnızca yerel seçim için değil sonrası için de. İktidarı oluşturan zihni koalisyon seçimlerden sonrasında büyük sağ koalisyonu, konsolidasyonu sağlamayı hedeflemiş görünüyor.

Muhalefet çok parçalı

CHP ve Millet İttifakı kimlikleri aşan bir demokrasi ittifakına ve hareketine dönüşemediği için bugün yok, dağılmış durumda. Saadet, Deva ve Gelecek partileri adeta gündelik hayatın içinde yoklar. İyi Parti örgütsel çözülmesini durdurma peşinde. Muhalif kanadın sağ fikriyatın partilerinin vitrinleri sinmiş, örgütleri iktidar blokunun çengellemeleri, saldırıları karşısında.

Bölgesel ve küresel bölüşüm kavgasının hemen sınırlarımızdaki tüm ülkelerde sıcak çatışmalara dönüşmüş olması, İsrail'in Gazze'de soykırımı pervasızca sürdürebiliyor olması ve Batı'nın popülist, İslamofobik iktidarlarının sessiz onayı, PKK'nın terör saldırıları büyük sağ koalisyona zemin sağlıyor.

Bu iklim yerel seçim sürecine giderken iktidarın söyleminin, stratejisinin gerekçesi oluyor. Buna karşılık iktidar bloku dışındaki herkes seçim akşamından çok ertesi sabahki pozisyonu için güç devşirme peşinde. Hedef yerel seçimlerde kazanmak kaybetmekten öte 1 Nisan sabahı iktidar karşısındaki pozisyonu için gerekli yığınağı sağlamak.

Murat Sabuncu'da bu noktaya dikkat çekiyordu. T24'teki yazısında yaşananları özetledikten sonra şöyle diyordu: "Tüm bunlar yaşanırken Erdoğan'ın hala en yüksek oyu alan lider, partisinin birinci parti çıkması. Kürt siyasetinin önemli isimlerinin yaşanan büyük acılara rağmen hala çözüm için Erdoğan'a bakması. Seçmende inşaatın yarattığı heyecan mı azaldı, tekno milliyetçiliğe ağırlık verilmesi. İhtiyaca göre defalarca kadroların değişmesi, üstelik biriken sorunların faturalarının da bu isimlere bırakılması… Erdoğan bir seçim makinesi… Bitti denilen yerde yeni bir hikâye ile ortaya çıkıyor. Elbette baskıcı rejimin, elinde tuttuğu medyanın topluma yön vermekte-algısını rahat oluşturmasında katkısı var. Ancak muhalefet çok parçalı. Ana muhalefet üç parça. Yerel seçimler, daha da önemlisi memleketin geleceği giderek tek bir hikâyenin platosu olmaya doğru gidiyor."

Hedeflenen büyük sağ koalisyonda neler yaşayacağımızın fragmanını bir süredir izliyoruz. İmamı döven kaymakam vakasındaki söylemler, Can Atalay kararı etrafındaki gerekçeler ve savunular, "milli yargı" söylemlerinden her kritik soruşturmanın engellenmesi, haberleştirilme kısıtlamaları, savcı yargıç atamaları. Bir de sokaklarda normalleşmeye başlayan çeteleşme, şiddet, uyuşturucu ve benzerleri ve derin ahlaki çürüme. Ortak geleceğe inanç da ortak iyi, doğru, güzel tanımları da bozulmuş, dağılmış durumda. Kötülük ve şiddet alenileşirken sıradanlaşıyor.

Umur Talu, T24'deki yazısında dikkate değer bir tespit yapıyor: "Bu ülkede adaletsizliğin sadece sizden olmayan birileri susturulduğu, cezalandırıldığı, aşağılandığı için mesele edilmediğini; o adaletsizliğin çocuklarınızdan yaşlılarınıza kadar, sizi de her an her yerde bulabildiğini görmek gerekiyor.

Dünyevi umutlarınızı çalıyorlar; inançlarınızı rehin alarak. Gençliğinize el koyuyorlar; dini, milli, etnik kimliklerinizi cilalayarak. Kadın olarak eşitsizliğinizi şiddetlendirmek istiyorlar; aile ve annelik rollerini erkek ve devlet otoritesinin sömürgesi ilan ederek. ….

Bu ülkenin ortak aklını, vicdanını, fikrini, umudunu gençleştirecek, gençlerle buluşturacak ve dini-etnik kimliklerinden bağımsız biçimde, o aklı ve vicdanı özgürleştirecek bir zihinsel-siyasi devrime ihtiyaç var belki de.

Aklımızda, vicdanımızda, düşünce ve ifademizde, dayanışmamızda, seçimlerimizde ve Le Guin'in "Devrimi satın alamazsınız, yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir" dediği gibi, ruhumuzda.

Biraz değişsen bile, herkes sadece biraz değişse bile, çok şey değişir!"

Bu gidişatı değiştirecek siyaseti üretmek muhalefetteki aktörlerin sorumluluğunda. Yalnızca partilerin de değil Umur Talu'nun da işaret ettiği gibi muhalif herkesin sorumluğunda. Farkındalarsa tabii.


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye, yeni bir siyasal akıl inşa etmek zorunda

İktidar aynı anda üç süreci yönetiyor: İmamoğlu’na yönelik siyasi operasyonlar, terörsüz Türkiye açılımı ve yeni anayasa girişimi. İktidar sadece muhalefeti değil, muhalefete yakın çevreleri de sindirmeyi amaçlıyor. Ama toplumsal tepki bu stratejiyi zorluyor. Eş zamanlı yürüyen açılım ve anayasa tartışmaları, güvenlikçi ve merkezileşmeci bir anlayışla ilerliyor. Ancak toplum, vaatlere değil, yaşanmış tecrübelere bakıyor. Siyasal güven aşınmış durumda. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey, yeni bir siyasal akıl ve samimi bir değişim iradesi

Türkiye’nin yeni eşiği: Çatışmasızlıkla yetinmeyen kalıcı barış mümkün mü?

PKK’nın silah bırakma açıklaması ve Bahçeli’nin ‘Terörsüz Türkiye’ için komisyon çağrısı, Türkiye’yi yeni bir eşikte buluşturuyor. Ancak kalıcı barış, yalnızca örgüt-devlet mutabakatıyla değil; toplumun tüm kesimlerini içine alan kapsayıcı bir siyasal dönüşümle mümkün olabilir. ‘Ne teslimiyet ne taviz’ anlayışıyla oluşan yeni zemin, çatışmasızlıkla yetinmeyen bir barış dili arayışına işaret ediyor

Barışı inşa etmek savaşmaktan daha zor; şimdi Kürt meselesini yeniden düşünme zamanı

Dünyamızı ve zihnimizi terörden kurtarıyor olduğumuza göre belki de işe Kürt meselesini bir kez daha yeniden düşünmek ve tanımlamaktan başlamalıyız. En önemlisi de Kürt meselesi ülkenin temel demokrasi, insan hakları, yönetim ve hukuk sorunlarının çözümünün önündeki en büyük tıkaçtır. Şimdi terör tıkacından kurtuluyor isek, gündemi ortak ve onurlu yaşamı inşaya çevirebilmek için neler yapabileceğimizi düşünmek zamanıdır.

"
"