17 Haziran 2019

Reis bilerek ayrıştırıyor, çünkü ayrıyız...

Siyasal tercihleri böylesine taban tabana zıt olan kitlelerin var olduğu bir ülke zaten ayrışmış, birbirlerini ötekileştirmiş, kutuplaşmış bir toplum demektir

Bu yazı dün akşam Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasındaki TV maçının başlamasından saatler önce yazıldı. O maçın bitimimin ardından bilgisayar başına geçseydim de aynı yazıyı okuyacaktınız.

Ne yani, sanırım pek çoğunuzun ekran başına çöküp izlediğiniz bir tartışma(?) programı üstüne bir Tırmık yazmanın bin anlamı olabilir mi? Dahası her sözü, her cümleyi, tartışmacıların beceri ya da beceriksizliğini uzun uzun izlemiş okurlara bir de aynı konuyu didikleyen bir yazı okutmak saygısızlık olmaz mı? Yani "Siz tam ve iyi anlamamışsınızdır, bir de ben açıklayayım"dan öte değeri olmayan ve sadece çok bilmiş gazeteci ukalalağından ibaret bir Tırmık yazacak halim yok.

Toplumdaki derin ve köklü ayrışmanın bugününe değinmeyi yeğliyorum.

İyi de ediyorum.

*   *   *

Epeydir, özellikle yazılı ve sözlü medyada AKP Reisi'nin ve onun yamaklarının hırçın, hoyrat, saygısız sözlerine bakıp "Erdoğan bu toplumu kutuplaştırıyor, ötekileştiriyor, ayrıştırıyor" yollu yakınmalar okuyoruz.

Hani neredeyse AKP Reisi ve yamakları kimseyi ötekileştirmeyen, toplumu sürekli  "biz ve onlar" diye ayrıştırmayan bir tutum izleseler ülkede herkes birbiriyle sarmaş dolaş olacak, "birlik ve beraberlik" içinde bir topluma kavuşulacak.

Buna inanan safdiller elbette var. Ama öyleleri var diye bizlerin de safdiller safına katılmamız saçma olmaz mı?

Türkiye yakın tarihindeki ciddi, kök salmış ayrışmalar, düşmanlık sınırdaki  kutuplaşmalar üstüne daha derinlemesine bir analiz önümüzdeki günlere kalsın.

Bugünlük bugüne bakalım.

*   *   *

Türkiye toplumu çok uzun süredir ayrışmış bir toplum. Kâh yükselen, kâh alçalan, kâh kabaran, kâh durgunlaşan ama hep var olan bir ayrışmadan söz ediyorum.

Bir tarafta devleti, devletin yargı, yasama, yürütme gibi bileşenlerini, eğitimi, sanatı, yaşam tarzını, kadın erkek ilişkilerini İslam dininin gereklerine göre düzenlemeyi hedefleyen, kısaca "siyasal İslam" terimiyle tanımladığımız bir kesim var. Bu kesimin çekirdeği tarikatlar, ağırlıklı olarak da Nakşibendiler.

Çekirdeğin çevresinde halka halka siyasal İslamcılara yakın durarak, yandaş görünerek siyasal ömrünü uzatmak isteyen siyaset bezirganları var. Meslektaş demekten sahiden utanacağımız ve utandığımız onurunu ve meslek ilkelerini açık artırmaya çıkarmış iktidar borazanları var. Devletin kaynak ve olanaklarını ahlâksızca yağmalama fırsatı tanıdığı için safını Reis'in koltuğu altında yer alma olarak seçen her boydan ve soydan "iş insanları" var. Osmanlı’dan bu yana devlet tapıncına sarılmış ve geçimini devlet kapısında bir yer edinmekte bulan eğitimi cılız, beceri yoksunu "yurdum insanları" var; daha geniş halkada kimliğini "Müslüman" olarak tanımlayan, kendini "yurttaş" olarak değil, "kul" olarak gören, laisizmi dinsizlik, seküler devleti ise din düşmanı olarak öğrenmiş ve bu değerlendirmeyi sorgulamadan benimsemiş mütedeyyin kitleler var.

Sandık sonuçlarından çıkarılan istatistik veriler temel alınırsa seçmenlerin yarısına yakınını oluşturan bir kitle...

*   *   *

Bu kesimin karşısında onlar kadar homojen olmayan, kendi aralarında da sürekli itişen kakışan ancak demokrasi, laiklik, seküler devlet, devlette kuvvetler ayrılığı, parlamentonun üstünlüğü gibi ana başlıklarda birlikte davranabilecek bir kesim var. Dikkat: "Davranacak" demedim "davranabilecek" dedim.

Yaşam tarzından tutun da benimsediği değerlere kadar tam bir uyum içinde değiller. Siyasal ve ideolojik tercihleri de birbirinden çok farklı ve bazen çok uzak.

Aralarında sosyalistler de var, devlet kapitalizmini solculuk sananlar da var, devletin her alandan elini çekmesini öngören liberaller de var; böylesi tartışmalardan uzak duran ancak dini temeller üstüne örgütlemiş bir devleti reddeden çok daha geniş kitleler var.

Yine sandık istatistikleri temelinde bakarsak bunlar da seçmen kitlesinin yarısına yakınını oluşturuyorlar.

*   *   *

Siyasal tercihleri böylesine taban tabana zıt olan kitlelerin var olduğu bir ülke zaten ayrışmış, birbirlerini ötekileştirmiş, kutuplaşmış bir toplum demektir.

AKP Reisi’nin yaptığı bunu güçlendirmek, pekiştirmek ve sandığa indirgediği demokrasiyi bu kılıf altında yürütüp İslami değerlere dayanan bir devlet örgütlenmesine adım adım yürümekten ibaret. İktidarında geçen 17 yıl bu yargıyı yeterince kanıtlıyor.

Kutuplaşmadan, ayrışmış bir toplumdan yakınmak yerine bunu veri kabul etmek ve buna uygun bir siyasal, kültürel, eğitimsel hedeflerden ibaret, bu kadar ayrıntısız ve geniş bir ortak payda benimsemek daha doğru olmaz mı?

En azından bu yargıyı tartışmanın yararı yok mu?

İstanbul seçimleri (31 Mart da, 23 Haziran da) bunun ipuçlarını ve mümkün olabileceğini göstermiyor mu?

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim