09 Ekim 2019

Dün çok kulaklıydık; iki, üç, beş, on kulaklı...

Bir ara, bir boşluk bulup T24'ü arıyoruz: "Suriye üstüne yeni ve besbelli uğursuz bir gelişme var mı?"

İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nin (ACM) daracık salonunda Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak ve adlarını not etmeyi unuttuğum sanıkların duruşmasını izliyorum.

Sürekli biz izleyenleri tehdit eden bir yargıç, sık sık "Konuşmayın, dikkatim dağılıyor. Konuşanı dışarı atarım" diyor. İyi de konuşan filan yok. Olsa duymamamız olanaksız. Zaten küçükücük salondayız, bir avuç izleyici sıkış tıkış oturmuşuz. Fısıldayan bile duyuluyor. Dedim 'a, konuşan filan yok'. Olsun, mahkeme başkanı duyuyor(muş).

Ruhsuz, bir duruşma sürüyor. Ahmet Altan salonda yok. Silivri zindanında bir kameranın karşısına geçmiş, Yargıtay'ın bozma kararı üstüne konuşuyor. Bize de küçücük bir ekrandan ve duyulmayan bir ses düzeninden Ahmet Altan arkadaşımızın sözlerini duymaya çabalamak düşüyor.

Başka koşullarda olsa "dersimiz hukuk" derdim.

Okuyun:

"Bu davanın başından beri imkansızı gerçekleştirmeye, fikirleri yargılamaya çalışıyorsunuz. Bunu başarmak mümkün değildir. Fikirlerin sınırsızlığı yargının sınırları içine sığmaz çünkü. Yargının sınırları vardır ve o sınırlar sadece eylemleri yargılamaya imkan verir. Fikirleri yargılamaya çalışıp eylemle fikir arasındaki derin farklılığı yok saydığınızda fikirleri sınırlı, yargıyı sınırsız hale getirirsiniz (...) Üç yıldır ben karşımda intihar eden, kan revan içinde bir yargı görüyorum..."

Bu taş gibi ağır sözler duruşma savcısının, üç kişilik yargıçlar heyetinin yüzünde kıl bile oynatmıyor. Sıkıntıyla dinliyorlar. Bir an önce bitsin istiyorlar. Mahkeme başkanı "Yargıtay kararına ne diyorsunuz, siz sadece onu söyleyin" diye Ahmet Altan'ı da, Nazlı Ilıcak'ı da, Mehmet Altan'ı da, öteki sanıkları da, avukatları da sık sık uyarıyor. Hukuku bir lana bırakmış, kuru kanun maddelerine tutsak olarak yargılama yürüten mahkeme tahliye taleplerini reddedip, duruşmayı 4 Kasım'a erteliyor.

Salonu boşaltıyoruz ve soluk bile almadan Silivri'de aynı saatlerde sürmekte olan "Gezi Davası"nda olup biteni öğrenmeye çabalıyoruz. Asıl da AKP iktidarının ve onun yargısının rehini, davanın tek tutuklu sanığı Osman Kavala hakkındaki kararı bilmek istiyoruz.

(Ne hazin. "Osman'ı ve öteki sanıkları hangi somut suç kanıtlarına dayanarak yargılıyorsunuz" diye ısrarla, inatla soracağımıza "Acaba Osman Kavala için nihayet bir tahliye kararı çıkar mı" sorusuna cevap arıyoruz. Bu hukuku çöp kutusuna atıp intikam yargılamasına dönüşmüş davada sevinme sebebimiz tahliyeye fit olmaya kadar inmiş. Çok hazin).

Silivri'den haber geliyor: Osman Kavala'nın tutukluluğunun devamına ve bir sonraki duruşmanın 24-25 Aralık'ta görülmesine...

24 - 25 Aralık öyle mi?

Mutlu noeller Osman...

* * *

Bir kulağımız Ahmet Altan'ın, Nazlı Ilıcak'ın yargılandığı davadaydı.

Bir kulağımız Silivri'den gelecek bir haberi dinlemeye çalışıyordu.

Bir kulağımız da...

Üç kulak mı oldu?

Olsun.

Dün biz çok kulaklıydık. Üç, dört, beş, on kulaklı...

Bir ara, bir boşluk bulup T24'ü arıyoruz: "Suriye üstüne yeni ve besbelli uğursuz bir gelişme var mı?"

Bir ara, bir boşluk bulup Silivri'deki meslektaşlarımızı arıyoruz.

- Osman Kavala için karar verildi mi?

Bir ara, bir fırsat bulup Almanya'daki bir kaç meslektaşa taciz edercesine telefon ediyoruz.

- Trump'dan yeni saçmalıklar geldi mi? Pentagon - Trump itiş kakışında ağır basan bir taraf oldu mu?

Bir ara, bir boşluk bulup kulağımızı meslektaşlarımızdan gelen telefonlara uzatıyoruz.

- Aydın abi, sence Tayyip Erdoğan her şeyi göze alıp Suriye'ye dalacak mı?

- Aydın bey, ABD Kuzey Suriye'deki hava sahasına tek başına el koydu. Hava desteği olmaksızın bir kara harekatının sonuçları ne olur?

- Aydın, Suriye'de Esat yönetimi Kürtlerle masaya oturmak üzere PYD yönetimine öneri götürmüş. PYD sözcüleri de reddetmemişler. Ne dersin bundan bir şey çıkar mı?

Hepsine hemen hemen aynı cevabı verdim:

- Bu sorular, asıl sorulması gerekeni gölgeliyor. Bana "Türkiye neden Suriye'ye girip, kuzeyinde 500 küsür kilometre uzunluğunda, 30 kilometre derinliğindeki bir bölgeyi işgal etmek istiyor ve askeri bir operasyon yapıyoruz derken, neden daha şimdiden o bölgede resmen bir İlahiyat Fakültesi bir de İktisadi Bilimler Yüksek Okulu kurmak için KHK yayınlıyor ve oralada yerleştireceği Sünni Araplar için köyler, kasabalar kurmak üzere TOKİ'ye hazırlık yaptırıyor" diye sorsanıza...

Ne hazin. hiçbiri böyle bir soru sormadı.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim