29 Ekim 2022

Cumhuriyet'in 100. yılında ne yapmalı?

Sadece siyasetin değil, sivil toplumun, ve bireylerin de seçim süreci kadar sonra ne olacağına, bu enkazın nasıl kaldırılacağına, daha önce olanlardan daha sağlam, daha sahici, daha verimli bir demokrasinin, toplumun ve kurumların nasıl yeniden kurulacağına odaklanması lazım

Cumhuriyetimizin 100. yılına büyük bir ekonomik ve siyasi kriz içinde giriyoruz. Krizin esasında bugünkü rejimin doğrudan Cumhuriyetin, laikliğin ve demokrasinin ilkelerini, geleneğini ve uygulamalarını reddetmesi, Türkiye'nin kaynak ve kurumlarını tahrip etmesi, akıl bilgi ve liyakatin reddi var.

Cumhuriyetin 100. yılı içinde büyük ihtimalle bu rejim gidecek. Sadece siyasetin değil, sivil toplumun, ve bireylerin de seçim süreci kadar sonra ne olacağına, bu enkazın nasıl kaldırılacağına, daha önce olanlardan daha sağlam, daha sahici, daha verimli bir demokrasinin, toplumun ve kurumların nasıl yeniden kurulacağına odaklanması lazım. Şimdiden filizleri bulunan bu tartışmanın, çalışmanın  başlaması seçim süreci için de, sonrası için de gerekli. 

Laiklik dünya işlerinin dünya bilgisine göre yapılması, demokrasi de toplumun genel iyiliği için ortak noktaları bilgi ve kanıt temelinde, şeffaf tartışma ile arama karar verme ve uygulama demek. Bu değerler otoritenin değil aklın, toplu iyiliği arama açısından da vicdanın gerekleri. Nitekim Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de manevi miras olarak hiçbir dogmayı, sabit fikri değil, kendi otoritesini de değil, akıl ve bilimi rehber olarak göstermiş. İnsanlığın, uygarlığın bütün tecrübesi, ve bugün, Cumhuriyetin 100. yılına girerken Türkiye'nin durumu aklın, sağduyunun ışığı olmadan yol alamayacağımızı, akıl ve vicdandan saptıkça kaybedeceğimizi gösteriyor.

Yaşadığımız sürekli tahribatın son haftalardaki örneklerine bakalım: Amasra maden faciası ve sansür yasası. Birincisi kader bahanesinin yine öne sürülmesine vesile oldu. Aklın ve sorumluluğun öngördüğü tedbiri almamak, olan kanunları uygulamamak, kanundaki boşlukları yıllar boyu düzeltmemek yolsuzluğa sefalete ve ölüme yol açıyor. Sansür yasası ise neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirlemeyi iktidarın yetkisine bırakıyor. Gerçek kanıtlarla ortaya çıkar. İfade özgürlüğü iddiaların dile getirilmesine imkan sağlar. İfade özgürlüğünün yanında olması gereken sorumluluk ise bu kanıtları sunabilmektir. İddiayı ortaya atanların kendileri değilse toplumda başkaları, özellikle de mesleği ve demokrasideki işlevi bu olan basın ve medya kanıtları arama, gösterme (ispat hakkı) veya çürütme için hiçbir buyruğa tabi olmadan özgür olmalıdır ki şeffaf ve ortak bir değerlendirme ile gerçeğe ve buna dayanarak iyi politikalara ulaşılabilsin.

Doğru bilginin açıklanmasına ve tahkik edilmesine karşı engellere rağmen, bunu yapanlar var. Riskler dolayısıyla gerçekçi olarak çoğu zaman herkesin konuşması beklenemez. Kendi bildiğimiz, sorumlu hissettiğimiz ölçüde elimizden geleni yapmak, birbirini besleyerek korku ikliminin aşılmasına da katkıda bulunur.  Sivil toplum kuruluşlarının kendi ilgi alanlarında sorunları takibi ve bireylerin üye oldukları topluluklar kanalıyla da katkıda bulunmaları önemli. Siyasi partilerin elbette oy kazanma kaygıları olacak. Bunu yaparken söylemlerinin boş olmaması, akla ve kanıta dayanması gerekir. Mesela seçim güvenliği gibi hayati konularda şimdiden somut pratik çalışmalarla söylemin desteklenmesi önemli. Bütün bu noktalarda olumlu işaretler var. Katılımın artması kültür değişmesiyle bağlı yavaş bir süreç. 

Bir yandan da tamirat ve daha iyisini kurma için ne yapılabilir araştırmasının başlaması lazım. Bu uzun vadeli ve çok geniş bir alan. Ekonomide, eğitimde, sağlıkta, tarımda, araştırma, bilim ve teknoloji politikalarında, üniversitelerde ne yapılmalı, nasıl yapılmalı, nerden başlanmalı konusunda çalışma lazım. Bunun için sivil toplum kuruluşları kendi ilgi alanlarında planlar öneriler getirebilirler, siyasi partilerden her bir konuda planlamaya başlamaları, somut çalışma ve bilgiye dayanan seçim bildirgeleri talebinde bulunabilirler. Partiler kendileri bu yönde harekete başlayabilirler. Bütün bunlar elbette siparişle olmaz. Bu yönde başlangıçlar görülüyor. Diyalog, ortak tartışma yönünde gelişmeler var. Orta ve uzun vadeli akla dayalı ve katılımlı planlama Cumhuriyeti ve demokrasiyi kazanmak açısından, hem önümüzdeki yüz yıl için gerekli hem de önümüzdeki 100. yıl için önemli.


* Ali Alpar, Bilim Akademisi üyesi, Sabancı Üniversitesi emeritus öğretim üyesi

 

Yazarın Diğer Yazıları

Müfredat taslağı: Mantıksız mantalite

Bu müfredat taslağını yazanlar, sanki kendi dünyalarından bakınca yazdıkları metnin nasıl eleştirileceğini, ne kadar tutarsız olduğunu görmüyorlar. Küçük yaşlardan itibaren otorite sahibi bir büyüğün tek yönlü ‘sohbetinden’, bir yerlerden bir şeyler duyulup bunların bilgi ve buluş sayılabildiği, büyüğün dediklerinin, tekrarlananların peşinen kabul edildiği, dayanağa gerek duyulmayan, kabulünden ibaret bir âlemde yaşamışlar

MEB müfredat taslağına giriş: ‘Ortak Metin’

'Ortak Metin'de yer alan infografik eğitim konusunda pek açık seçik bilgi vermiyor, ama evet, Millî Maarif Modelini aslına sadık biçimde tasvir ediyor: Modelin sunumu olan ‘Ortak Metin’in mantık ve kanıtlarla bağlanmamış, muğlak terimler, “epistemoloji”, “ontoloji...” gibi büyük laflar ve sürekli tekrarlarla bir iddialar yığını olduğunu görsel olarak gayet iyi yansıtıyor bu ağaç temsili

Geleceğimiz askıda: Yeni müfredat taslağı üzerine (1)

Tıpkı Anayasa tartışması gibi müfredat da aynı iktidar tarafından defalarca değiştirildikten sonra tekrar değişiklik talebiyle ortaya getirilmektedir. Bunca değiştirilmiş haliyle dahi Anayasanın toplantı ve gösteri hakkı, ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, bizzat Anayasa Mahkemesinin yetkisi gibi temel hükümleri uygulanmıyor. Eğitim sistemi de bütün o değiştirilen müfredatlardan sonra yerlerde sürünmektedir