İkinci tur için günlerin sayılı olmaya başladığı bir dönemde; iki tarafın nelere dikkat ederek seçmene seslendiğine bakılırsa, ortaya çıkan tabloda, bir yanda Cumhur İttifakı liderinin terör korkusuyla ilgili konuşmalarının dikkat çekici bir şekilde toplumsal alanda karşılık bulduğuna dair sözler işittik. Diğer yanda, Millet İttifakı bloku liderinin ise daha akılcı bir şekilde hayat pahalılığını, ekonomik krizi, enflasyonu ve teknolojik gelişmeyi ön plana koyduğunu gözlemledik.
İki lider arasındaki fark; birinin milliyetçi ve mukaddesatçı bir söylemin geriye dönük haline, diğerinin ise yeni teknoloji söylemi üzerinden geleceğe odaklanmakta olduğu gördüğümüz bir durumdu. İkincisinin ekonomi-politiğinin ileriye dönük olduğu malum durmakta. Ancak burada toplumsal alanda oy verecek olan seçmenlerin genel ve özel profillerine bakıldığında; bir tarafın korkuya ve beka söylemine dayandığını, diğer tarafın ise bir yandan yine endişeye ve diğer yandan da olabildiği kadar ekonomik yapıdaki eşitsizlikleri ve dengeyi oluşturan rasyonaliteye bağlı bir söylem ortaya koymakta olduğunu izledik. İlk turda birinci önermenin daha fazla oy aldığını gördük.
İkinci tur için ise daha çok oy alan tarafın; rehavet içinde, daha rahatlamış bir söylem ve dışarıda kalan yüzde beşlik bir oy potansiyelini (ne kadarı hangi tarafa doğru yönlenir?) aradaki diğer yüzde dörtlük farklı bir matematiğe eklemenin vermiş olduğu kuvvetle başka bir söyleme doğru yöneltmekte olduğunu fark ediyoruz. Modern ve çağdaş sanatın, müzelerin ve kültür merkezlerinin inşası üzerine dönmekte olan söylemin, böylece başka bir seçmen alanına doğru seslendiğini duyduk. Millet İttifakı liderinin ise, daha sert bir söylemi ve stratejik olarak sağa doğru meyletmekte olan bir söz dağarcığını kullanmaya başladığını söyleyebiliriz.
İki tarafın fark üzerine odaklanan ama birbirlerine geçişli bir söylem biçimleriyle harmanlanmaya başlayan ikinci tur, belki de bu sefer duygulara kimin daha kuvvetli bir şekilde hitap edip, etki yapacağına doğru çark etmekte. Sözlerin kuvvetinin kendinden emin olmakla ilgili olduğunu biliyoruz. Bu kesinlik ve kuvvet tarzının arkasında bir moral gücü olduğunu da bildiğimizi söyleyebiliriz. Spor müsabakalarından yarışmalara ve sınavlara kadar başarılı olmak için bu moral gücünün ne kadar etkin bir rol oynadığını hepimiz tecrübe etmişizdir. Fikirlerin ve sözlerin kesinliğidir herhalde, bu anlamda etkiyi kuvvetlendiren. İnandırıcılık için bir fikrin gücünün düşünce yapısının ve konuşma biçiminin içinden geçmekte olduğunu da biliyoruz herhalde diye düşünüyorum. Adaylar da bunu biliyorlardır. Kuvvetlerini göstermek için çaba sarf ediyorlar. Kimi zaman yüksek sesle kimi zaman ise sataşmalarla kuvvet gösterisi ortaya konuluyor. Fikir ne zaman anlama ve anlatma pratiğine yönelikse o kadar etkisinin artacağını da öne sürmek doğru olacak. O halde sesin ve söylenenin tözünün de kuvvetli olması gerekecek ki etkisi artsın. İnandırıcılığına bir kat daha katsın.
Zihinsel ve bedensel olan bir etkinin ve vücut dilinin etkisi her zaman siyasi seçimler sırasında ileri sürüldü. Siyaset reklamcıları bu vücut dilinin ve el hareketlerinin üzerine 1980'li yıllardan beri analizler yapmaktaydı. Bugün seçimlerde bunun konuşulduğunu pek fark etmemiş olduğumuzu düşünüyorum. Yanılmıyorsam eğer fikirlerin bir düşünceye dönmesiyle etkinin vücut dilindeki yansıması pek söz konusu edilmiş değil. Bu belki de ilk olarak öne sürülecek bir sorun. İkincisi ise fikirlerin etkisinin seçmenlerin bedenine ve ruhuna etki yapabiliyor mu olduğu sorusudur. Eğer bu fikirlerin ve vaatlerin etkisi kuvveti duyguların içinden geçebiliyorsa o zaman lafın geçebileceğine, işleyebileceğine, etkiyi gerçekleştirebileceğine olan inanç yükselecektir.
Fikirler duygulara hitap edince, siyasi sözün etkisinin işlerlik kazanacağını düşünebilmekteyiz. Umarım bu etki duygulara geçtiğinde, ikinci turda, başka türlü bakmayı ve değerlendirme yapmayı, belki de daha iyi becerebileceğiz. Hareket manevrası olan sözler; duygulara etki yaparak, insanlara geçip, dokunabildiğinde ancak, varlığını yükseltecektir. Bu vaziyet aynı zamanda birine geçit verirken diğerine geçit vermemek üzerine yaslanmakta değil mi? İnsan mutluluğunun devamlılığı, özünün ifadesine bağlıdır.
Belki de; ama, gerçekten de öyle mi?
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|