16 Mayıs 2023

Seçime dair

Bu seçim ne hayatın sonu ne de yedi düvele karşı elde edilen bir zaferdir. Türkiye yetmiş üç yıllık çok partili hayatı içerisinde bir seçimi daha geride bırakmıştır. İkinci turun şimdiden sonucu bellidir

14 Mayıs 2023 Pazar günü milli irade kavramına vurgunun bir kez daha yapıldığı bir
seçimi daha geride bıraktık. Muhalefetin uzun bir hazırlık dönemi sonrasında bu kez ‘başaracağız’ dedikleri seçimin sonucunun yine hüsranla sonuçlandığına tanıklık ettik. Her iki kesim ve bu ikisinin dışında kalanların da üzerinde dikkatle durmaları gereken bir sürecin önü ardına kadar açıldı. Önce iktidar tarafından başlayalım, Adalet ve Kalkınma Partisi yirmi bir yıllık iktidarının ardından bir kez daha seçimden birinci parti olarak çıkmayı başardı. Bu sonucun dünya siyaset tarihi açısından da ilginç bir görünüm arz etmekte olduğunu belirtmeliyiz. Son yıllarda yaşanan bütün olumsuzluklara karşın Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde somutlaşan Adalet ve Kalkınma Partisinin seçimlerden birinci parti olarak çıkması,
ülke içerisinde birçok kesimi şaşkınlığa uğrattı. Özellikle de son altı aydır yükselişe geçen enflasyon oranları ile giderek yoksullaşma ve bir de bu süreç içerisinde yaşanan büyük depremin getirdiği büyük maliyetin, oylara yansıyacağı düşünülüyordu. Fakat tam aksine deprem bölgelerinde AKP adeta patlama yaparak açık ara tek alternatif olduğunu ortaya koydu.

Bu topraklardaki toplumsal yapıyı anlamak ve bunun üzerinden siyaset sahnesinde
etkin olmak istiyorsanız, bakmanız gereken alanın sosyoloji olduğunu unutmamalısınız. Osmanlının son döneminde başlayan ve bugün etkisini halen devam ettirmekte olan ikili yapı gerçeğini anlamadan, içinden geçtiğimiz siyasal süreçleri anlamlandırabilmeniz mümkün değildir. Türkiye’de merkez olarak nitelendirilen ve ülkeyi kuran kadro içerisinde yerleşen bakış açısı içerisinde halk için halka rağmen düsturunun uzun bir müddet boyunca egemen olduğunu ve bu sürecin kazananlarının bürokratik yapı olduğunu unutmamalısınız. Ardından
yaşanan gelişmeler sonrasında 1990’lı yıllarda siyasal hayatımızda etkisi artan Millî Görüş hareketinin uzantısı olan Adalet ve Kalkınma Partisinin, cumhuriyetimizin beşte birlik kısmına damgasını vurduğunu söylemeliyiz. Burada etkisi ve ağırlığı her geçen yıl biraz daha artan lider olgusunu üzerinde dikkatle durmak zorundayız. Çünkü ülkenin iki kutba ayrılması gibi bu iki kutup içerisinde yer alan kitleler arasında da lidere yapılan vurgu ön plana çıkıyor. Kemalist blok ve cumhuriyetin kazanımlarını benimseyen diğerleri açısından Mustafa Kemal Atatürk figürü bambaşka bir konuma yerleştirilirken, son otuz yıl içerisinde siyaset ve gündelik hayatın içerisinde daha fazla etkin olan çevredeki halk için de Recep Tayyip Erdoğan benzer bir konuma yerleştirilmektedir. Üstelik Atatürk’ten farklı olarak Erdoğan imgesinde kendisinden çok daha fazla özdeşleşebileceği hususu görebilmekte ve bunun yarattığı sembolik etkiyi, her durumda ve koşulda benimseme yoluna gitmektedir. Ülkedeki muhalefetin ve eldeki var olan genel bilgiler üzerinden toplumu okumak isteyenlerin bir türlü anlamadıkları belki de anlamak istemedikleri noktada Erdoğan ile sokaktaki zor koşullarda yaşayan halk arasında bütün olumsuz durumlarda bile sarsılmaz derecede güçlü bir bağın varlığı, ete kemiğe bürünmektedir. Yürüyüşle, konuşmasıyla, özellikle batı karşısındaki üslubuyla gönüllere girmekte ve geçmişten bugüne kadar bilinç altında saklı tutulan moral-maneviyat gücünü hayata geçirmektedir. Bu yüzden de partinin değil onun söyledikleri büyülü bir etki bırakabilmekte ve kitleyi tam da istedikleri ile karşı karşıya getirebilmeyi başarabilmektedir.

Ekonomideki bozukluğu da kendilerinin düzelteceğine, depremde yıkılan evlerin
yerine yenilerini de yine kendilerinin yapacağını söylediğinde bu duygu sokaktaki o kitleye fazlasıyla geçmekte ve hiçbir biçimde yaşananların nedenleri sorgulanmamaktadır. Güvenlik algısı ve ona eşlik eden silahlı kuvvetlerin teknolojik donanımdaki dünya çapındaki atılımları ve tabii ki TOGG marka yerli otomobilin dolaşıma sunulması bambaşka duyguları tetikleyebilmektedir. Burada dünya tarihinin en önemli iletişim başarılarına imza atan bir iktidarın varlığını da göz ardı etmemeliyiz. Post Truth çağında gerçeğin ne kadar gerçek olup olmadığından çok bunun nasıl bir biçimde sunulduğu ve karşıdaki kitlenin nasıl ikna edildiği
meselesi ön plana geçiyor ki işte bu noktada liderin büyük etkisinin yanına iletişim becerileri ekleniyor.

Bütün bu önemli adımlara karşın bazılarının söylediği noktaya katılmıyorum: Adam
kazandı ifadesi kanımca doğru değil karşı taraf kaybetti demek daha doğru olacaktır. Ayrıca hem Erdoğan hem de AKP ilk kez bu kadar çok küçük ortağı ve ona eklenen diğerlerine de muhtaç bir hale dönüştüler. Önümüzdeki sürecin açık ara asıl kazananı herkesin yüzde yedilerin dahi altında kalacağını düşündüğü Milliyetçi Hareket Partisi ve onun lideri Devlet Bahçeli olmuştur. İpler bundan sonra daha fazla Bahçeli’nin elindedir ve daha net bir koalisyon ihtimali görmemiz söz konusudur. Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan ve Yeniden Refah Partisinin önümüzdeki sürecin etkili aktörleri arasında yer alacak oldukları görülmektedir. Hüda Par için ise kesin olmayan sonuçlarla AKP listelerinden dört milletvekilini meclise sokacak olması çok büyük bir başarıdır ve bu durumun da önümüzdeki
dönemde çok konuşulacağını şimdiden söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bıraktıran kişi olarak Dr. Sinan Oğan’ın önümüzdeki dönem için çok büyük bir iş yaptığını ve adını siyasi tarihimiz içerisinde bundan sonra daha sık duyacağımızı da eklemeliyiz. Ata ittifakı ile birlikte Sinan Oğan’ın gündeme getirdiği ülkedeki yabancıların durumuna ilişkin kamuoyu yaratma etkisi, oy olarak sandıklara yansımış olup ülkenin önümüzdeki döneminde kendisini daha çok hissettirecek olan yeni bir milliyetçi dalganın başlangıç seslerine karşılık
geldiği söylenebilir.

Seçimin kaybedenlerine bakacak olursak ilk kaybeden hiç kuşkusuz Muharrem İnce olmuştur. Seçime birkaç gün kala yaptığı çekiliyorum açıklamasında dahi tıpkı adaylığı boyunca yapmış olduğu gibi iktidarı değil muhalefeti hedefe oturtmuş ve sonuçta da bundan sonraki siyasal hayatını adeta sona erdirmiştir. Seçimin ikinci kaybedeni olarak görünen kişi ise İyi Parti genel başkanı olan ve başbakan olacağını söyleyen Meral Akşener’dir. Akşener, altılı masadan kalkmasıyla başlayan ve ardından yaşanan gelişmeleri ile arkası yarın formatına bürünen bir anlayışı ortaya koymuş ve sonucunda hem partisi hem kendisi hem de içinde yer aldığı ittifak zarar görmüştür. Seçimin bir diğer kaybedeni ise son beş yıldır ilmek
ilmek ördüğü anlayışları ile ülkenin en zor partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinde var olan uç siyaset algısını ortadan kaldırmış olan Kemal Kılıçdaroğlu’dur. 28 Mayıs 2023 tarihindeki ikinci tur oylamaya kadar parti içerisindeki eleştiri okları saklı tutulacak buna karşın aynı gece açıklanacak olan mağlubiyet sonrasında parti genel başkanlığı tartışmaları başlayacaktır. Kampanyadaki yanlışlar, seçim sloganları, kitleyi etkisi altına alması neredeyse mümkün olmayan hedefler, gündeme taşınacaktır. Sadece şu kadarını söyleyerek geçeyim, bu ülkenin
kodlarında asıl istenen şey adalet, hakkaniyet, liyakat falan değil. Bu yüzden de sürekli olarak batılı standartlar üzerinden aktarılan değer yargılarının buradaki karşılığı benzer bir etki yaratamıyor. Güvenlik kaygısı her şeyin önüne geçiyor ve siz istediğiniz kadar inandırıcı olduğunuzu zannedin, işe yaramıyor. CHP’nin ülkenin kurucu partisi olarak artık bir karar vermesi gerekiyor, gerçekten nasıl bir parti olmak istiyorlar? Sosyal Demokrat bir parti olarak mı varlıklarını sürdürecekler yoksa her şeyden biraz var olan bir parti formatı ile mi yola devam edecekler. Ülkenin siyasal tarihi bu konuda tek alternatifin 1977 seçimlerinde rahmetli
Bülent Ecevit’in ortaya koyduğu program karşılığında kitleleri ikna edebildiğini bize
göstermektedir. CHP önümüzdeki süreçte gerçek anlamda demokrasiyi, ekonomik sorunları ve geleceğe dönük paradigmaları işleyen bir anlayışla mı varlığını sürdürmeli yoksa bu yapısıyla mı önce buna karar vermek durumundadır.

AKP içinden çıkan iki partinin genel başkanları olarak Ahmet Davutoğlu ve Ali
Babacan’ın yaşanan seçimin kısmi olarak kazananları olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü yerlerde sürünen oy oranlarına karşın CHP listelerinden parlamentoya girmeye hak kazandılar. Bununla beraber cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki fiyaskodaki payları da önümüzdeki dönemde tartışılacaktır. Her iki partinin de geldikleri yerle ilgili özeleştiri yapmamış olduklarını da göz ardı etmemeliyiz. Bu seçimin bir diğer kaybedeni ise Yeşil Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisidir. Yeşil Sol Parti, geçmişteki oy oranının altında bir konuma sürüklenmiş ve ülke kamuoyunda hakkındaki terör bağlantısı şaibesini ortadan kaldırabilme konusunda önümüzdeki dönemde de çok yoğun eleştirilerle karşı karşıya kalacağı bir sürece girmiştir. TİP ise ayrı girdiği seçimde beklediği etkiyi yaratamamış ve ideal ile gerçek arasındaki Türk Solu açısından bir kez daha benzer senaryo hayata geçmiştir.

Türkiye’nin bir cumhurbaşkanlığı adayı için halen dinsel kökeni üzerinden tartışma
yürütmüş olması ve bunun sandığa yansımış olması, bazı noktalarda yıllar geçmesine karşın hala mesafe kat edemediğimizin de bir göstergesidir. Öte yandan muhafazakâr seçmenin altılı ittifak çerçevesinde CHP adayına ve CHP logosuna mührü basması meselesi de üzerinde durulması gereken bir başka tartışma konusudur. Çünkü söz konusu muhafazakâr seçmenin bilinç altında en azından bir kısmının geçmişte tek parti CHP’sinin yaptıklarına dair argümanlar yer almaya devam etmektedir. Bu ise hem aday tartışmasının hem de katkıları
yüzde bir bile olmayan partilerin cumhurbaşkanlığı yardımcılığı gibi payeler ile
konumlandırılmaları gibi tuhaflıkların da seçmende karşılık bulmadığını göstermektedir.

Bu seçimin bize göstermediklerinden bir tanesinin kadınlar olduğunu söylemeliyim,
dikkatle tekrar yaşananlara şöyle bir bakın kadınların neredeyse hiç ama hiç olmadığı bir seçimi geride bıraktık. Aslında bu durum ülkenin var olan gerçekliğine de karşılık geliyor ve kadınlar her ne kadar geçmişte olduğundan çok daha fazla toplumsal hayatın içerisinde görünür olsalar da siyaset içerisinde tıpkı devlet bürokrasisinin diğer alanlarında olduğu gibi yoklar!

Üzerinde çok konuşuldu, tartışıldı buna karşın Z kuşağının seküler milliyetçi bir
anlayışı kendisine daha yakın bulduğu bir seçimi geride bıraktık. Önümüzdeki dönemde yabancı imgesi ve öteki konusu biraz daha fazla hayatımızın içerisinde karşılık bulacak gibi duruyor. Burada milliyetçi bir dalga giderek daha fazla uç vermekte ve bunu harekete geçirmeyi başarabilen partiler, önümüzdeki yıllarda daha etkin bir şekilde kendilerini göstereceklerdir.

Seçim bize ülke insanı için istikrarın ve güvenliğin ekonominin önünde olduğunu
gösterdi. Zor koşullardan geçen geniş kitleler, cumhurbaşkanının maaş artışı söylemlerini hızla benimsediler ve ekonomideki bozukluğun istikrar ile ortadan kaldırılabileceğine prim verdiler. Önümüzdeki aylar ve yıllar bu açıdan ilginç gelişmeleri beraberinde getirecek fakat asıl önemlisi aynı sözleri söyleyen bir başkası olmasına karşın sonradan söylemekle beraber söyleyen kişinin ikna ediciliğine duyulan güvenin ağır basmış olmasıdır. Bir başka ifadeyle ne
söylediğiniz kadar bunu söylediğinizde karşınızdaki kitlenin size inanmış olmasının da büyük bir önemi bulunmaktadır ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıdan açık ara öndedir.

Son olarak bu seçim ne hayatın sonu ne de yedi düvele karşı elde edilen bir zaferdir. Türkiye yetmiş üç yıllık çok partili hayatı içerisinde bir seçimi daha geride bırakmıştır. İkinci turun şimdiden sonucu bellidir, bunun için her şeye hazırız diyen altılı ittifakın unsurlarının, seçim gecesi var olan durum konusunda hem kendi kitlelerine hem de tüm ülkeye somut bilgiler sunamadığını hatırlatmak isterim. Bu arada muhalif medya olarak görünen başta Halk TV, Sözcü TV ve KRT’nin yayınlarında da tuhaf bir biz-öteki ayrımının yapıldığını bu açıdan diğer kanallardan hiçbir farklarının olmadığını da bir kez daha görmüş olduk. Ülkenin kurumlarına güvenmeyecekseniz o zaman güvenilecek kurumlarla yola çıkmalı ve insanlara bu noktada net mesajlar vermeyi becermelisiniz. Yüksek Seçim Kurulu ve Anadolu Ajansı ile ilgili getirilen eleştirileri yapan muhalefetin, bütün bunları çok daha önceden kamuoyu ile paylaşması ve somut adımları o zaman atmaları gerekirdi. Yapılanların normal olmadığını söylemek başka bir şeydir, bunun üzerinden mağduriyet devşirmeye çalışmak bambaşka bir şeydir. Kazanana da kaybedene de bu ülkenin insanlarının aydınlık ve karanlık gibi iki farklı alana hapsedilmeden yaşayabileceği bir ülkeyi inşa etmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Uzun zamandır çok ama çok gergin bir ülke haline dönüştük bununla yaşamak hepimize zarar veriyor, lütfen söylemlerinizi, eylemlerinizi birbirimizi kırmadan, ötekileştirmeden bir hal yoluna koyuverin de hepimiz rahatlayalım.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi” başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.  

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır.  Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) 

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Futbolda eşitsizliğin bedeli

Tuğrul Akşar, yapmış olduğu çalışmalarla ülkemizde spor ekonomisi alanındaki açığı adeta tek başına kapatma beceresini üstlenmektedir. Ülke sporuna yön verenlerin ve yön vermeyi düşünenlerin 'Futbolda Eşitsizliğin Bedeli" kitabını da okumalarında büyük bir yarar söz konusudur

Unutmanın dayanılmaz hafifliği

Yanlışa her koşul ve şartta yanlış diyemediğiniz sürece doğruya dair söyledikleriniz sürüncemede kalmaya mahkumdur

Ortak paydadaki bozukluk

Öyle bir toplum düşünün ki bütün kötülükler olduğu gibi yapanların yanına kalıyor ve iyinin, doğrunun, hakkın yanında olanlar sürekli olarak kaybediyorlar. Burada ne ahlak kalır ne de başka bir şey kalabilir çünkü böylesi bir yapının karşısında hiçbir şeyin doğru, dürüst kalabilmesi mümkün değildir.

"
"