23 Eylül 2023

Sayıların söylediğini es geçmemeliyiz

Sayılar bize ülke futbolunda işlerin hiç de iyi gitmediğini açık bir biçimde gösterirken Türkiye Futbol Federasyonu ise ısrarla Play Off ve Play Out adı altında uygulamaları hayata geçirmek için hazırlık içerisinde bulunuyor. Ülke futbolunun asıl sorununun lig tamamlandıktan sonra ilk dört sırayı alacak olan takımların Play Off sistemi ile tekrar birbirleri ile karşılaşmaları olmadığını belirtmeliyim

Türkiye'de uzun yıllardır besleyip büyütülen bir futbol balonu söz konusu ve gerek kulüp yönetimleri gerekse de futbol federasyonu ile futbol medyası bu yalanı sürdürmeye devam ediyorlar. Türkiye süper liginin Avrupa'nın en kaliteli liglerinden bir tanesi olduğunu ve ülke futbolunun marka değerinin her geçen yıl biraz daha fazla yükseldiğini iddia ediyorlar. Ancak sayılar bu durumun hiç de kendilerinin söylediği gibi olmadığını net bir biçimde ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz günlerde UEFA tarafından Avrupa futbolunun durumuna yönelik olarak yayınlanan rapor işlerin hiç de bize anlatıldığı gibi gitmediğini göstermekte:

"Avrupa genelinde genç oyuncular için fırsatların arttığını ortaya koyan raporda Türkiye, Yunanistan ile bu futbolculara liglerinde en az forma veren ülke oldu. Türkiye liginde 20 yaş altı oyuncuların şans bulma oranı yüzde 2, 20-23 yaş aralığındakilerin oynamaları yüzde 14'te kaldı. 24-29 yaş aralığı yüzde 52 ile kıtanın üçüncüsü olurken, 30 yaş üstü oyunculara ligimizde yüzde 32 oranında fırsat tanındı. Yunanistan'da bu oran yüzde 34'e ulaştı. Danimarka ve İsveç ligleri yüzde 11 oranıyla, 20 yaş altı oyuncuları kulüplerinde en çok kullanan ligler olarak tespit edildi. Avrupa'nın beş büyük ligiyse yüzde 20 ila 30 arasında değişen bir ağırlıkta 20-23 arası futbolcuların sahaya çıktığı yerler olarak dikkat çekti."

Genç oyuncuların forma bulma şansının en az olduğu iki ülkeden bir tanesiyiz. Bu durum gerek kulüp takımları düzeyinde gerekse de milli takımlar düzeyinde oyuncu havuzunun şekillenmesinde sürekli olarak ülke içi kaynaklarının değil yurt dışı ülkelerin alt yapılarının kaynaklarının kullanımı ile durumun kurtarılmaya çalışılmasına yol açmaktadır. Bir başka ifadeyle ülkenin yüzlerce kulübünün alt yapıları ne yazık ki işlevsiz bir konuma daha en baştan hapsedilmektedirler!

Bir diğer ilgi çekici istatistik ise yine genç oyuncularla bağlantılı olarak ülkelerin kulüplerinde yetişen 'altyapıdan gelme oyuncular'da da Türkiye'nin sonlarda yer alıyor olmasıydı:

"Bu kategorideki futbolcuların kulüplerinde forma giyme oranları, her bir takımın ilk 11'lerinde 1'den az oyuncuya tekabül etti. Türk kulüpleri, alt yapılarından çıkan oyuncuların sahaya çıkmasında yüzde 5 ile Avrupa'nın en düşük ortalamasına imza attı. Yunanistan, İtalya ve İskoçya; Türkiye'nin hemen üzerinde yer alırken, ulusal ligindeki maçlarda kendi ülkesinden yetişen futbolcuların oranı yüzde 24 olan Danimarka, bu istatistikte ilk sırayı aldı, Norveç ise yüzde 19 ile ikinci sırada geldi. Türkiye ülkeden yetişme oyuncuların forma giyme oranlarında ise yüzde 23 ile son sırada yer alan Yunanistan'ın bir sıra üzerinde sondan ikinci oldu."

Kendi gençlerine güvenemeyen ülkenin, liginin marka değerinin yüksek olup olmamasının herhangi bir değer ifade edemeyeceğini anlayacağımız gün, ülke sporu/futbolu açısından işler çok daha farklı bir şekilde değerlendirilmeye başlanacaktır. Bu gerçekleşinceye kadar ise görünen o ki, bütün eleştirilere karşın takımların başlarına getirilen gerek yerli teknik direktörler gerekse de yabancı teknik direktörlerin hepsi kendilerini güvenceye alma adı altında önceliği yabancı oyunculara ve tecrübeli isimlere vereceklerdir. Böylesi bir davranış ise sürekli olarak genç oyuncuların kulübede beklemelerine ve tecrübe kazanabilme şanslarına ulaşabilme olanağından yoksun kalmalarına yol açacaktır.

Marka değerinin açık göstergelerinden bir tanesi sizin liginizin başka ülkeler tarafından takip edilebilirliğinin yaratılması durumudur ki bu ne yazık ki bizim ligimiz için söz konusu değildir. Öte yandan pandemi süreci sonrasında Avrupa liglerinde azalan seyirci sayılarının tekrar artışa geçtiği raporda net bir biçimde görülür iken durum süper lig açısından hiç de iç açıcı bir görünüm arz etmemektedir. "Avrupa futbolunda pandemi sonrasında tribünlerin yeniden dolmaya başladığı ve seyirci sayılarının artışta olduğu belirtilen raporda, 2022-23 sezonunda Süper Lig'deki seyirci sayısı toplamda 3.9 milyon olarak tespit edildi. Bu sayı, Türkiye'yi, değerlendirmeye alınan önde gelen 15 ülke ligi içerisinde 7'nci sıraya yerleştirdi. Türkiye Kupası maçlarını izleyenlerin toplam rakamı ise 500 binde kaldı. Süper Lig'in maç başına ortalama seyirci sayısı ise 11 bin 400 olarak rapora yansıdı ve değerlendirmeye alınan liste içeriğinde Avrupa 10'unculuğu anlamına geldi. Sayılar, diğer görece az nüfuslu ülkelere göre kalabalık bir ülke olduğumuz göz önünde bulundurulduğunda, düşük seviyelerde kalmasıyla dikkat çekti. Türkiye'deki seyirci, pandemi öncesi 2018-19 sezonuna göre yüzde 10 azaldı. Toplam 1 milyon taraftarı aşan 17 kulüp arasında hiç Türk kulübünün bulunmaması dikkati çekti. Premier League'de bu sezonun ilk kırk dokuz karşılaşmasına giden seyirci sayısının 1.108.464 olduğunu bu vesile ile buraya not edelim ve bu rakamın ligin henüz yüzde 13'lük kısmının oynanmasına karşılık geldiğini de belirtelim. Geçtiğimiz sezonun şampiyonu olan ve ligin en yüksek ortalamaya oynayan takımı Galatasaray bile toplamda bir milyon seyirci rakamına ulaşabilmiş değildi. Aslında bütün bu sayılar bize durumun hiç de anlatıldığı gibi olmadığı gerçeğini fazlasıyla gösteriyorlar. Ülkenin futbolu da tıpkı içinden çıktığı ülke gibi kafası fazlasıyla karışık bir görünüm arz etmekte. Bu nedenle de futbolu yönettiğini zannedenler sürekli olarak yeni 'icat'lar çıkartmak suretiyle iş yapıyor görünmeyi maharet addediyorlar.

Madem sayılardan bahsediyoruz o halde son dönemin gündemdeki konusu olan milli takım teknik direktörünün değiştirilmesine dair de sayılara başvuralım. 2000 yılını milat olarak alarak son yirmi üç yıl içerisinde kaç teknik direktör ile çalıştığımızı sıralayalım.

Alman teknik direktör Stefan Kuntz ile yolların ayrılmasından sonra bu kez İtalyan teknik direktör Vincenzo Montella ile anlaşma yapıldı. Son dönemdeki bu tablonun bize gösterdiği ortalama iki yılda bir teknik direktör değişikliğine gittiğimiz ve her gelen teknik direktörle yolları ayırdığımızda bir hayli yüksek bir tazminat ödeme yoluna gittiğimizdir. Arada Fatih Terim'le iki kez ve Şenol Güneş ile bir kez dörder yıllık zaman diliminin yaşandığını da not etmeliyiz çünkü bu durum söz konusu istatistiğe daha fazla teknik direktör isminin eklenmesini de önlemiş oluyor. Üstelik gelip gitmeler konusunda zamanında müdahale etmeyi de başaramadığımız için bu süre içerisinde dünya kupasına sadece bir kez 2002 yılında gidebildik, Avrupa Şampiyonasına ise 2000 yılında Mustafa Denizli yönetiminde çeyrek finalde elendikten sonra göreve Şenol Güneş getirildi ve son yirmi üç yıl içerisinde 2008 ve 2016'ya katılan takımın başında Fatih Terim yer alırken, 2020 şampiyonasında milli takımın başında ise Şenol Güneş vardı.

Kulüp takımları düzeyinde de milli takımlar düzeyinde de futbol alanında harcadığımız paraların geri dönüşünün söz konusu olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Buna karşın futbolu yönetenler ve bu alanı bizlere duyurmakla görevli olan medya mensupları ise bizlere bambaşka bir masalı sanki gerçekmiş gibi anlatmaya ısrarla devam ediyorlar. Bu ülkenin gençlerinin futbol tarlalarında yetiştirileceği haberlerini üç beş yılda bir tekrar tekrar yayınlamayı sürdürüyorlar. Buna karşın ligimizin keyif vermediği seyirci sayıları ile bir kez daha kendisini göstermekte. Topun oyunda kaldığı sürelerin de istatistiki olarak verildiği bir raporda bu konuda da Avrupa'nın ilk ikisi içesine girebilme olasılığımızın bir hayli yüksek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, tabii ki bu sayılar topun oyunda en az kaldığı ülke olma sayıları olacaktır.

Sayılar bize ülke futbolunda işlerin hiç de iyi gitmediğini açık bir biçimde gösterirken Türkiye Futbol Federasyonu ise ısrarla Play Off ve Play Out adı altında uygulamaları hayata geçirmek için hazırlık içerisinde bulunuyor. Ülke futbolunun asıl sorununun lig tamamlandıktan sonra ilk dört sırayı alacak olan takımların Play Off sistemi ile tekrar birbirleri ile karşılaşmaları olmadığını belirtmeliyim. Üstelik bu sistemin ligi ilk sırada tamamlayarak şampiyon olma başarısını gösteren Bursaspor ve Başakşehir gibi kulüplerin bir daha bunu tekrarlayabilme olasılığını da ortadan kaldıracağını notunu da eklemeliyim. Çünkü dört takım arasına kalacak olan büyüklerden birisi her açıdan avantajlı olarak bu karşılaşmalara başlayacaktır. Play Out sisteminde ise küme düşen üçüncü takımın birinci ligden yükselen son takımla oynayacağı karşılaşmalar sonrasında hangisi kazanırsa onun süper ligde mücadele edeceği uygulamasında da eşitsizlik kendisini hissettirecektir. Bir tarafta birinci ligden son bileti almak için mücadele üstüne mücadele eden bir takım yer alırken diğer taraftaki takım rakibinin kim olduğunu bekleyecektir. Arada her iki ligdeki naklen yayın gelirinden gelen ücretler arasındaki uçurumu ve sponsorluk farkını eklemiyorum bile.

Türkiye'nin kupası olarak nitelendirilen Türkiye Kupası'nı izleyen seyirci sayısının beş yüz bin bile olmadığını bununla birlikte ülke futbolunu yönetenlerin de daha en başından ülkenin takımları arasında net bir ayrım yaparak kuraları belirlediğini de hatırlamalıyız. Büyükler kategorisine oturtulan süper lig takımlarının sürekli olarak kendi evlerinde oynayacakları bir formatı sahiplenen bir kupayı heyecanlı kılabilecek bütün olasılıkları daha baştan kapattığınızda izlenir olmasını da kapatmış olduğunuzu niçin anlamak istemiyorsunuz? Bir angaryaya dönüşen organizasyon için yeni düzenlemeleri daha da ağırlaştırarak belki süper lig ekiplerinin doğrudan birbirleri ile karşılaşacakları bir lig takvimi belirleyebilir, bu sayede de hem kulüplerin kupaya olan ilgisini arttırabilir hem de maçların izlenirliğini çoğaltabilirsiniz. Bir de bunu deneyin! Ama o zaman Türkiye'nin kupası ifadesini de değiştirmeniz gerekecektir!

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) 

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ortak paydadaki bozukluk

Öyle bir toplum düşünün ki bütün kötülükler olduğu gibi yapanların yanına kalıyor ve iyinin, doğrunun, hakkın yanında olanlar sürekli olarak kaybediyorlar. Burada ne ahlak kalır ne de başka bir şey kalabilir çünkü böylesi bir yapının karşısında hiçbir şeyin doğru, dürüst kalabilmesi mümkün değildir.

Spor Sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (4)

"Sporu olmasını istediğimiz şeye dönüştürmek için çalışmadığımız sürece öncelikle kendi şartlarına göre ve kendi amaçları doğrultusunda yapmamızı isteyenlerin çıkarlarını yansıtacaktır. Bu da bizi ilginç bir tercihle karşı karşıya bırakır: sporu olduğu gibi kabul eden tüketiciler olabiliriz ya da sporu insancıl ve sürdürülebilir kılmak için çalışan vatandaşlar olabiliriz"

Spor sosyolojisi: Toplumda sorunlar ve çatışmalar (3)

Sınıf ilişkileri ve ticari sporlar arasındaki bağlantıda yine bu yazıdaki ilk sayfadaki işin ekonomik boyutu ile olan bağlantısına dönüş yapabilirsiniz. Top küçüldükçe sınıfsallığın arttığı gerçeği aklınızın bir tarafında bulunsun diyebilirim.

"
"