"Kastamonu Daday'dan göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1933'te Eyüp'te doğan, babası yine Haliç kıyısında bir kontrplak fabrikasında çalışan, İstanbul Erkek Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi'nde Sanat Tarihi okuyup 1961 yılında Paris'e giden; 1967'den beri de bir daha memlekete hiç gelmeyen dünyaca ünlü bir ressamımız."
42 yıl sonra doğup büyüdüğü Eyüp'e bir sergiyle geri döneceği zaman onun kim olduğu işte yukarıda okuduğunuz cümlelerle aktarıldı. Türkiye sanat camiası büyük bir heyecan yaşamıştı. O, Yüksel Arslan'dı. "40 yıldır neden Türkiye'ye hiç gelmediniz sorusuna", "Çalışıyordum" diye yanıt veren Yüksel Arslan...
Eserlerinin her birine ayrı bir isim vermek yerine “art” sözcüğüyle Franızca’da kullanılan “ure” ekini (“peinture” ya da “écriture” sözcüklerinde olduğu gibi) birleştirerek onlara “arture” (artür) adını veren sanatçı 1955’te ilk sergisini açtı. 1961’de Paris’e yerleşerek çalışmalarını bu tarihten itibaren orada sürdürdü. Resimlerini eski mağara resimlerinde kullanılan toprak, bal, yumurta akı, kemik iliği vb. araç-gereçlerle oluşturduğu kendine özgü bir teknikle üretti. 1967’de Türkiye’ye gelerek, biri İstanbul’da, öteki Ankara’da iki sergi açtı. Ankara’daki sergi, “müstehcen” olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya uğradı. 1969-1975 yılları arasında Kapital’i resimleyen Yüksel Arslan, Kapital dizisine başlayışını 1968’de şu sözlerle anlatıyordu:
“Kendime, küçük, toplum dışı, yıkıcı, anarşist, insanlara – karşı bir yaşantı seçmiştim. Bu küçük özel dünyadan, 1967 yılı sonlarında materyalist diyalektiğe vararak çıkıp kurtuldum, yeniden doğmuş gibi oldum.”
Ferit Edgü ve Orhan Duru gibi 50 Kuşağı'ndan yazarlarla yakın dostluğu bulunan Yüksel Arslan'ın kaybını yine yakın arkadaşı olan Komet Facebook'tan duyurdu.
Arslan'ın
Yeni Etkiler adlı kitabının Ali Kayaalp tarafından yazılmış yazısını okumak için
tıklayın.