12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü ve haftası dolayısıyla etkinlikler düzenleyen Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği “Çocuk Çocuktur, Çocuğun İşi Oyundur, Oyun İyileştirir” sloganıyla önemli soruları gündeme getirdi. Bu sorulardan biri de bu konunun sanatta ne derece yer aldığıydı. Gelin çizgi roman sanatından bazı örneklere birlikte bakalım.
Çizgi roman sanatının ilk örnekleri her ne kadar 18. yy ortalarında ortaya çıkmış olsa da, asıl popülaritesini Alman literatüründe “bilderbogen” olarak adlandırılan eserlerle yakalamıştır. Usta şair ve çizer Wilhelm Busch’un yarattığı yaramaz “Max und Moritz” isimli iki çocuk karakterle de zirveye ulaşarak ABD gazete dünyasını etkilemiş ve kopyalarla taklitleri bugünkü modern çizgi roman anlatısının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Ancak “çocuk” unsuru çizgi romanda çokça kullanılmış olsa da, ABD ekolü olan çizgi roman ekolünün “comics” adını almasından da anlaşılacağı üzere, içerikler daha çok eğlenceliktir, mizahidir ve ciddi konulara neredeyse hiç girilmemiştir.
Buna karşın yetimler, çalışan çocuklar, hamallık edenler, gazete satanlar, çıraklık edenler, sokak çocukları, genç anneler, askere giden oğlan çocukları, istismar edilenler, ucuz veya bedava iş gücü olarak aile içinde ve dışında çalıştırılanlar hep olağan sayılmış, toplum içindeki konumları uzun yıllar toplum yaşantısını yansıtan mizahi çizgi romanların olağan bir parçası olarak değerlendirilmiştir.
1939 yılında ortaya çıkan süper kahraman akımıyla birlikteyse “kahramanın yardımcısı” sıfatıyla yeni bir çocuk tanımı türetilmiştir. Şövalye yamağı/çırağı temeli üzerine oturtulan çocuk unsuru hem okuyan çocukların özdeşleştiği karakter sayesinde özgüveni artırıyordu hem de yeni bir müşteri tipi olduğundan kazanç kapısı olarak kullanılıyordu. İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte yine çizgi roman eserleri ülkesi için çalışan ve hatta kişinin (çocuğun) kendini feda etmeye hazır olduğunu gösteren yayınlarla doldu.
Öte yandan toplumun cinsiyete göre verdiği roller de büyük oranda öğretici ve yönlendirici yayınlarda işlenmeye başlandı.
Alıcısının çoğunlukla çocuk olduğu çizgi roman sanatı eğlencelik bir meta olmaktan öteye geçemedi. “Çocuk işçi” gerçeği tıpkı mağdur edilen bütün diğer çocuklar gibi ara ara işlenen ama sorunun kökenine bakılmadığı bir süs olarak kaldı.
Ana akım olarak nitelenen alışılmış kahramanlık dizilerinin aksine, 1977 yılında İtalya’da okurla buluşmaya başlayan Giancarlo Berardi yaratısı Ken Parker çizgi roman dizisi dönemin (ve hatta günümüzün) sorunlarına eğilen en gerçekçi örneklerinden biri olup ayrımcılık, ırkçılık, işçi hakları, kapitalizm, eşitsizlik, adaletsizlik, yozlaşma gibi konuları da ele aldı. Dilimize ilk kez Alaska adıyla kazandırılan dizi bir başyapıt olarak eşsiz yerini halen korumaktadır.
Zaman zaman Brechtyen bir üslupla sorunların çözümlerini düşünmeyi okura bırakan dizinin kahramanı çağına uymayan bir olgunluk içindedir ve doğruyla yanlışı sorgulamayı alışkanlık haline getirmiştir. Koşullar gereği avcılık, rehberlik ve çobanlık (kovboyluk) yapmaktadır. Aslında bir bakıma kendisi Vahşi Batı’da dolaşan, doğa âşığı, barışsever bir Flaneur’dür. Aylaktır ve hayatın tadını çıkarmaya çalışırken zorlu Vahşi Batı koşullarına rağmen ısrarla kitap okumakta ve karşısına çıkan olaylara sıradan insanın vereceği tepkileri vermektedir.
Dizinin 59. sayısı olan “Donovan’ın Tayfası” işçi çocuklarının ve çocuk işçilerin en sert işlendiği sayısıdır. Bir önceki “Grev” adlı sayıda yaralanmış olan kahraman bir grup işçi çocuğu tarafından bulunmuştur. Yarım yamalak tedavi edilen karakter bir yandan iyileşmeye çalışırken diğer yandan çocukların şehir yaşantısındaki sefilliklerine ve yoksunluklarına tanık olur. Aslında Kızılderililerle göçmen beyazların hayatlarına aşinalığı vardır. Çocukların, toplumların en görünmez ve görüldüklerinde de en çok istismar edilen bireyleri olduğunu yakından gözlemiştir.
Örneğin “Meksika Güneşi” macerasında kaldığı otelde odasına hayat kadını olarak gönderilen 15 yaşındaki (daha küçük olduğu çizimden anlaşılan) kız çocuğunun anlattıkları karşısındaki çaresizliği basılı karelerden tokat gibi çarpar okurun yüzüne. 12 kardeşi olan ve annesiyle babası tarafından bu hayatı yaşaması için satılan kız karnı tok olduğu ve daha az dayak yediği için mutlu olduğunu anlatır burada.
“Donovan’ın Tayfası”nda Jerry fabrikada bir eli kopan babasıyla tartışır:
– … ya oturup kardeşlerine bak ya da madende çalış.
– Hayır, Madene gitmem…
– Senin yaşındayken (12 civarı) fabrikada bir yerim vardı… Beni örnek alıp çalışmalısın!
– Sonunda senin gibi olmak için mi? (yüzde patlayan tokat)
Çeteden bir başka bir deri bir kemik oğlan günlük yevmiyesiyle kalabalık eve yiyecek getirmiştir. Anne paketi elinden kapar. Her yaştan çocukla kapışarak tüketirler yiyecekleri.
– Oh tanrım, sana bırakmadık.
– Önemi yok, ben aç değilim…
Bir başka sahnede küçük Mario sokakta sızan babasını omuzlayarak eve taşımaya çalışır.
Başka bir sekans: Polis tarafından arandığını gören Donovan bir fıçının içine girer ve sokak kedisine sarılarak uyur.
Çetenin en ufağı soygunu görmemesi için yaşlı bir kadını sohbetle oyalamaktadır.
– Kaç yaşındasın sen?
– Yediyi bitirdim.
– Dünya daha adil olsaydı şimdi okula giderdin.
– Okula çocuklar gider!
“Donovan’ın Tayfası”ndaki çocuklar çıraklık yapan, hırsızlık yaptırılan, dayaklar atılarak terbiye edilen, sürekli fiziki ve manevi şiddet uygulanan çocuklardır. Ne evde ne de sokakta güvenceleri vardır. Uygar bir şehrin dışlanmış sürgünleri gibidirler. Geleceğe dair umutları ve planları yoktur. Ancak onlar toplum onları görmese de, görmek istemese de yaşadıkları onca trajediye karşın büyük bir azimle direnen, özgür iradeli bireylerdir de aynı zamanda.
Yıllar sonra bir başka İtalyan yazar, Gianfranco Manfredi, Giancarlo Berardi’nin izinden giderek ana akım çizgi romanlarda işlenmeyen sosyal sorunları ele almaktan çekinmeyen bir çizgi roman dizisine imza attı. 2001 yılında İtalya’da, 2006 yılındaysa ülkemizde yayınlanmaya başlayan “Büyülü Rüzgâr” çizgi roman dizisi Ken Parker’ın izinden giderek kendilerini savunamayan ve istismar edilenlerin haklarını savundu. Yaşlılar, çocuklar, kadınlar, etnik ayrımcılığa maruz kalanlar, yoksullar, eşcinseller… Manfredi de tıpkı Berardi gibi sanayi devrimiyle kapitalizmin miladı olarak ABD’nin Vahşi Batı dönemini temel alıp günümüze eleştiride bulunmayı seçmişti.
İki çizgi roman dizisi arasında seçilen dönem benzerliği dikkat çekiyor. Her ikisinin hikâyesi de General Custer’ın öldürüldüğü ve yerlilerin yoğun olarak katledildiği aralıkta geçiyor.
Ancak kahramanlar arasında temel bir fark vardır. Ken Parker özünde bir anti-kahramandır. Macera peşinde koşmaz. Daha Hamletvari bir kişiliktir. Sorgulamaları uzun ve derin, harekete geçme süreci daha ağır kalabiliyor zaman zaman. Büyülü Rüzgâr ise asker, silahşor ve şamandır. Olaylara sert ve doğrudan dalar, alışılmış western kalıplarındaki bir kahraman modeline daha yakındır. Ancak her ikisinin ortak paydası anti-emperyalist ve hümanist olmalarıdır.
Kapitalizmi ve beyazları yermek için Kızılderilileri yüceltmezler. Sistemi olduğu kadar sistem içindeki toplulukların birbirleri üzerinde kurmaya çalıştıkları tahakkümleri de eleştirirler. Ama konumuz bu değil.
Manfredi’nin çocuk işçiliğini ve istismarını ele aldığı dizinin 50. sayısının adı “Çamur”. Bu aynı zamanda maceranın yan karakteri olan Kızılderili çocuğunun ismidir. Bu macerada kabilenin beklentisine uygun, erkek, savaşçı gibi davranmayan bir oğlan çocuğunun dışlanışına tanık oluruz. Kendi yolunu çizmek isteyen, koşu becerisiyle kabilesine yararlı olmaya çalışan ve Alzheimer ninesine bakmaktan başka hayali olmayan bir çocuktur Çamur. Ona Çamur isminin verilmesinin başlıca sebebini şöyle açıklar: “Ben kimse değilim ve bir değerim yok. O yüzden bana Çamur diyorlar…”
İşte bu çocuk beyaz bir bahisçinin eline düşüyor. Koşu yarışmaları düzenleyen bu adam Çamur’u yarışmalara sokarak bahisler üzerinden para kazanıyor ve zamanı geldiğinde de onu yüzüstü bırakıp kaçma planları yapıyor. Hatta hızını alamıyor, Hobo adlı 12 yaşındaki bir siyahi çocuğu da işe alet ederek çocukların sırtından büyük paralar kazanmaya çalışıyor. Ama mafyatik şiddete doğru uzanan yolda kahraman araya girerek oyununu bozuveriyor ve çocukları kurtarıyor.
Giancarlo Manfredi bununla yetinmiyor, 61 ve 62. sayılarda çocuk istismarının ve çocuk işçiliğinin bir başka yansımasını aktarıyor okurlarına. “Kesişen İntikamlar” ve “Hedef” isimli maceralarda tıpkı “Donovan’ın Tayfası” hikâyesinde olduğu gibi kimsesiz veya başıboş bırakılmış çocukların suça teşviki ve zor koşullara mahkum edilerek çalıştırılmalarını ele alıyor.
Aslında çocuk işçiliğinin farklı çizgi romanlarda kısa da olsa ele alındığını söylemek yanlış olmaz. Ancak özellikle ana akım olarak tanımlanan ve kahramanlı mücadele şablonunu esas alan çizgi romanlarda mutlu ve belirsiz sonlara hapsedilen kısa süreli katharsis’lerle yetinildiği görülür. Kahraman kişisi sistemin adamıdır ve sistemi eleştirmekten çok aksaklıklara neden olan sistemin yine aksaklığı tamir edeceği inancını yerleştirmeye çalışır. Okur da macera sonunun iyi bitmesiyle huzur bulur ama sistemle ve yanlışla mücadele etme girişiminde bulunmayı akıl edemez bu yapıda. Haliyle ciddi ve mücadeleye yönlendirme noktasına ana akım dışı eserlere bakmak gerekir, çünkü eleştiriye ve sorgulamaya çoğunlukla onlar sahip çıkmaktadır.
Öte yandan Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nde Nihan Temiz ve Eşref Karadağ’ın birlikte hazırladığı raporun soruları halen orada duruyor. Ülkemiz çizgi romanı bunun neresine konumlanacaktır, onu da merakla bekliyorum:
– Konuyla ilgili çocuk kitaplarını mı araştırsak,
– Konuyu işleyen bir çocuk kitabı mı yazsak,
– Konuyu işleyen çocuk kitaplarında çizimlerimizi de ayrıca mı konuştursak,
– Kendilerini anlatan kitaplara ulaşamayacak olan işçi çocuklara ulaşıp onları dinledikten sonra mı yollara çıksak,
– Topluma işçi çocuklarla ilgili farkındalık kazandıran/kazandırması hedeflenen projeler mi yapsak,
– Karakterleri çocuk işçiler olan TV dizilerine, filmlere kamu spotları mı yerleştirsek,
– Yazarlar, çizerler, editörler, yayıncılar bir araya gelip sanatımızı birleştirerek bir ürün mü ortaya koysak,
– “Çocuk çocuktur! Tek mesaisi oyundur. Çalıştırılmaz, sırtından geçinilmez. Çünkü dediğimiz gibi, çocuk çocuktur!” diye haykırmaya devam mı etsek acaba…
GİRİŞ RESMİ:
Bir imalathanede çalıştırılan küçük çocuklar. ABD, Georgia, 1909. (Lewis Hine / US National Archives)