11 Mayıs 2024

Sosyal medya Mata Hari doluymuş!

Bir sosyal medya kullanıcısının "Her kadının bir sahte hesabı vardır" önermesi dikkat çekici... Yani arkadaşlar karşımızda bir casuslar ordusu var, gözünüzü dört açın!

Bu dehşet verici bilgiyi "barınak_melegi" isimli Instagram hesabındaki bir paylaşımdan öğrendim.

"barınak_melegi" hesabının sahibi Türkan Ceylan, kalbi hayvan sevgisi ile dolu bir genç kadın. Sokaklara bırakılmış, hastalandığı için ölmeye terk edilmiş kedileri, köpekleri (geçenlerde araya bir de terk edilmiş tatlı bir eşek sıkıştı) topluyor, tedavi ettiriyor, sahiplendiriyor.

Dünyanın dört bir köşesindeki hayvanseverlerin sahiplendiği kedi ve köpekleri de hepsi gönüllü olan taşıyıcılar, okyanus ötesine bile götürüyorlar. Mesela geçen gün Kanada'ya gidecek birilerine ihtiyaç vardı, bir iyi kalpli insan sorumluluğu aldı ve o tatlı köpeği Kanada'daki yeni sahibine götürdü.

Deyim yerindeyse yemiyor yediriyor, içmiyor içiriyor. "Sevmek sorumluluk almaktır" mottosunun canlı örneği gibi.

Doğal olarak böyle bir yükün altından tek başına kalkmak da hayli zor. Bu yükün bir bölümünü paylaşabilmek isteyen hayvanseverler Türkan Hanım'ın Instagram'daki sayfasına abone oluyorlar. Ayda 30 lira. İstediğiniz anda da vazgeçme olanağınız var.

Şimdi anlatacağım dehşetengiz bilgiyi bu vesileyle öğrendim.

Bir hayvansever abone olarak katkıda bulunmak istemiş ancak nedendir bilinmez bunu bir türlü başaramamış.

Sonra aklına başka bir şey gelmiş, onu denemiş ve sonuç almış. Bir de mesaj yollamış ki benzer durumda olanlar da aynı yolu izlesinler, yardım hevesleri kursaklarında kalmasın.

Kaynağı belirsiz...

Mesajları sizin için sakladım, barınak_melegi ile bu konudaki yazışmaları şöyle:

  • İnanamıyorum, sahte hesabımdan abone olabildim. Başkaları da deneyebilir bunu.
  • Ay çok hoşsunuz, bir söyleyelim belki de olur hakikaten.
  • Aylardır bekliyordum, size de yazmıştım. Hatta …… hesabımdan. Bugün tesadüfen bu hesaba bakarken oluverdi.
  • Paylaşın bence. Çok var sıraya alınan ve her kadının bir sahte hesabı vardır.

Tahmin edebileceğiniz gibi bu yazışmada dikkatimi çeken şey "Her kadının bir sahte hesabı vardır" önermesi.

Bu bilgi nasıl bir araştırmaya dayanıyor, bilemiyorum.

Tahminim o ki bilginin kaynağı söz konusu hanımefendinin yakın arkadaşları, akrabaları ve onların arkadaşları ve onların arkadaşları!

"Kaç kişi olabilirler ki" diye düşünmeyin derim.

Altı adımlık mesafe

Macar oyun yazarı, gazeteci, şair ve çevirmen Frigyes Karinthy'nin 1929'da yayımlanan bir kısa öyküsünde ilk kez sözü edilen ve sonra giderek genel bir kabule dönüşen bir varsayımın neticesi olarak bunu söylüyorum.

Varsayım, dünya nüfusunun artmasının sosyal mesafeleri kısaltacağı üzerine kurulu.

Her insanın birbirine en çok 6 adım uzaklıkta olabileceğini öneriyor.

Mehmet, Mustafa'yı tanıyor, Mustafa, Andrea Bocelli'yi tanıyor. Demek ki Mehmet Bocelli'ye iki adım mesafede.

Ya da Mehmet Ali, Donald Trump'ı tanıyor, ben de Mehmet Ali'yi tanıyorum. Demek ki Trump'a gerektiğinde bir adımda ulaşabilmem mümkün.

Örnekleri çoğaltabiliriz.

Türkiye'de yaşayan insanlar olarak bu teorinin işlediğinin hepimiz canlı tanıklarıyız hatta bu teoriye iman ettiğimiz bile söylenebilir.

İtiraf edin, şu sorunun benzerleriyle hiç karşılaşmadınız mı: Tarım İl Müdürlüğü'nde bir tanıdığın var mı?

"Yok" cevabı çok az çıkar. Çünkü lisedeki sıra arkadaşımın kayınpederinin bacanağı Tarım Bakanlığı'ndan daha geçen yıl emekli olmuştur. O kurumda bir tanıdığa ulaşmak bu kadar kolaydır.

Onun için "Her kadının sahte bir hesabı vardır" önermesi, her ne kadar fiziki sayı olarak "her kadını" tanımlamıyor olsa da "kadınların önemli bölümünü" tanımlar.

Çünkü Einstein Bey'in de vaktiyle isabetle tespit ettiği gibi tesadüfler ve kaos, doğanın bir parçası değildir; "Tanrı zar atmaz." (Rahmetli hocam Kurthan Fişek'in tercümesiyle: Tanrı, evrenle barbut oynamaz.)

Yani arkadaşlar karşımızda bir casuslar ordusu var, gözünüzü dört açın!

O yanınızda masum masum oturan ve telefonunuza hiç bakmadığını düşündüğünüz kadının bir sahte hesabı vardır/olma olasılığı yüksektir, sosyal medyadan gizlice sizi ve "kuşkulandığı şahsiyetleri" takip ediyordur; bakalım ne yapıyorlar, bir temasları var mı gibisinden.

Posta kutunuzda beliriveren "Seni çok yakışıklı buluyorum, tanışalım mı" mesajları evet gururunuzu okşayabilir ama bir "fake hesaptan" sizi test etmek için yollanmış olma olasılığı, yakışıklı olma olasılığınızdan binlerce misli fazladır. Aman diyeyim!

Uygulama mağazalarında, akıllı telefonlar için icat edilmiş casus uygulamaların sayısının ne kadar çok olduğunun da farkında mısınız, bilmiyorum.

Bunların sayısının bu kadar çok olmasının nedeni birilerini takip etmek, gözetlemek isteyenlerin sayısının çokluğundan başka ne olabilir?

Canlı sevgili takibi

Sevgilinin durumunu anlık takip eden uygulamalar bile var. Bu aplikasyonu indirdikten sonra sevgilinin telefonunu yazıyorsun, harita üzerinden canlı olarak nerede olduğunu takip edebiliyorsun.

Önce insan kendine soruyor haliyle: İster miyim? Niye böyle bir şeyi isteyeyim? Sapık mıyım?

İnsan "sevgilim" dediği birisini takip etme ihtiyacını neden duyar?

Bunu yapmayı gururuna nasıl yedirebilir?

Kendisine nerede olduğunu sorduğumda zaten gerçeği söylemez mi?

Söylediğine inanmıyorsam niye vaktimi onunla harcıyorum?

Hatta bir adım ileri gidip sevgilisinin telefonuna böyle programlar yükleyip mesajlarını, maillerini okuyanlar bile var!

Neyse, sözüm meclisten dışarı tabii, sizler böyle şeyleri yapmazsınız; küçükken hepimize başkalarının mektuplarını okumanın çok ayıp olduğu öğretilmemiş miydi?

İyi aile terbiyesi işte böyle durumlarda ortaya çıkar ama şunu da unutmayın ki en iyi aile terbiyesi bile kuşkularla acı içinde kıvranan bir aşığı kontrol etmeye yetmez.

Ancak şunu da söylemeliyim ki özellikle bu konuda Spinoza'ya hak verdiğim de oluyor.

Kendisi duyguların hepsinin iki ana kaynağı olduğunu düşünürdü. "Neşe" ve "keder"!

Diğer bütün duygular bunların türevi şeklinde ortaya çıkar ve duyguların rasyonel temelleri vardır.

"Kıskançlık başlı başına bir nefrettir, yani kederdir; şöyle dersek kıskançlık insanın etki gücünü ya da çabasını kısıtlayan bir duygudur" diye yazmış Ethica'da. (Türkçe yeni baskısı nisan başında yayımlandı.)

Spinoza bugün genel kabul gören "insan sevdiğini kıskanır" önermesinin tersine, sevdiğimiz değil, sevmediğimiz insanları kıskandığımızı söylüyor. Bu aynı zamanda kıskançlık süjesine duyduğumuz güvensizliğin işaretidir.

Kıskanç kişi hem sevmeyi bilmeyen hem de özgüveni zayıf bir kişiliktir.

Ben demiyorum, Spinoza diyor.

Sahte hesap sahibi hanımlar ve beyler, sevdiklerini düşündükleri insanı casuslar gibi gözetlemeye çalışırlarken bunu da zihinlerinin bir kenarında tutsunlar derim.

Bu pilav daha çok su kaldırır, üzerinde yine sohbet ederiz.


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Kafanda kalan iz silinmez

Günümüzün ağır meselelerinden biri de bu... Biriyle beraber olunca dövmeciye koşturmak, ayrılınca da sildirmenin yollarını aramak. Üzerine yenisini yaptırarak ya da lazerden medet umarak bir dövmeyi sildirebilirsin ama hayatında bıraktığı izi sildirebilir misin?

Aramakla bulunmaz ama bulanlar da arayanlardı

Kendimizi insan türünün en mükemmel örneklerinden biri gibi görmeye şartlandırıldığımız için, bu mükemmelliğe uyacak bir insan arayışı içine giriyoruz. Ama insan türü içinde öyle bir örnek bulabilmemiz mümkün değil...

Adana'ya gidek mi kebabından yiyek mi?

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre yaşadığım Adana hayatıma o tarihte girdi ve bir daha hiç çıkmadı... Kuşkusuz ki cennet vatanımızın birçok güzel köşesi var. Ama şunu söylemeliyim ki Adana farklıdır...